Oppenheimer filmini izledim. Sanırım yaşamımda ilk defa
bir filmi vizyona girişinden hemen sonra izledim.
Estetik yanında değineyim önce.
Üç Saatlik filmin birkaç sahnesi dışında tümü
diyologlardan oluşuyor. Benim gibi ingilizcesi zayıf olup altyazı takibi yapmak zorunda olanlar açısından çok sıkıntılı. Oppenheimer’in yaşamı üç ayrı dönemde paralel kurgulanmış.
Atom bombasının geliştirilmesi ve kullanılması bir gerilim ögesi olarak ele alınmış, bunun sonrasında ise Oppenheimer’in “komünist faaliyetleri” ve “ajanlık” iddiası ile açılan soruşturma komisyonlarının çalışmaları aktarılmış. Komisyon çalışmaları siyah-beyazken diğer bölümler renkli.
Dönemi çok iyi bilmek, isimleri, tarihleri ve ilişkileri çok iyi bilmek gerekiyor. Özellikle genç kuşak için takibi imkansız gibi.
Oyuncu performansları ortanın üzerinde. Bilim camiasındaki ağır atmosferi biraz anlatıyor.
Oppenheimer’in tutarsız, iki yüzlü kişiliği bir nebze anlaşılıyor. “Ama zaten herkes biraz karaktersiz” demeye getiriliyor.
Buradan filmin anlattığı “olay”a geçelim.
Sonuç olarak 200 binden fazla insanı öldürecek bir bomba yapılıyor. Tek seferde ve birkaç saniye içinde. Bunun ötesinde dünyanın sonunu getirecek bir bomba bu.
Oppenheimer burada etik bir sorunla karşı karşıya. O kadar da olsun yani. Dünyanın sonunu getirmekten bahsediyoruz tereyağının içine patates püresi katmaktan değil.
Her nedense kahramanımız bütün herşey olup bittikten, Truman’ın karşısına çıkıp “sulugözlülük” yaptıktan sonra anlıyor ne yaptığını.
FBI boşuna şüphelenmiş. Oppenheimer komünist falan değil. (Marx’a ait olduğunu iddia ettiği ifade de Marx’a ait değil gerçi.) Hatta kendi alanı dışında pek de akıllı biri de değil. Yapmakta olduğu bombanın dünyanın sonunu getireceğini nasıl olup da düşünemez?
Basit laf “bu bombadan herkeste olursa kimse bunu kullanmaya cesaret edemez, savaşlar sona erer”. Son 80 yıl bu fikrin yalanlanması adeta.
Hollywood Amerikan savaş makinasının probaganda dairesi gibi çalışır çoğu zaman.
Şimdi dünya çapında Rusya ve Çin’le yani nükleer silahı olan iki kuvvetle gerilim yaşıyor ABD. Burada alttan alta nükleer silahların gerekliliği ve kullanımının meşruluğu ifade ediliyor.
Burada durup Brecht ne derdi bu durumda? diye sorasım var.
Mesela Galileo Galilei’de tartışılan tam da bu değil mi? Orada Galileo bilimi inkar ettiği için etik dışı bir davranış gösterir. Söylenmesi gerekeni gereken zamanda söylemesi gerekir ama söyleyemez. Korkar.
Oppenheimer da burada vaz geçmesi gerektiği anda korkar, vaz geçmez. Etik dışı davranır.
hasan tarafından yazılmış tüm yazılar
Yeni Dönemde Ayvalık-1
Neoliberal döneme ve onun çözülüşüne Ayvalık gibi küçük bir kasabada tanıklık etmek de aslında farklı bir deneyim. Son 30 yılda ekonomide, siyasette, toplum ilişkilerinde çözülme; doğanın tahribi demografik hareketler kültürel ve insani erozyon… nerden bakarsanız bakın Ayvalık 30 yıl öncekinden çok farklı bir kasaba artık. Şöyle denebilir: daha önceki ve daha önceki 30 yıllarda bu kadar bütyük bir farklılaşma yaşanmamıştı aslında.
Dünya ve Türkiye de elbette benzer bir durumla karşı karşıya. “Katı olan herşey hızla buharlaşıyor
, yeni olan herşey hızla eskiyor”.Siyasal islam Türkiye’de emperyalist kapitalist tahakkümün tek sürdürülebilir siyasi formu haline geldi. Bu durum büyük bir kırılganlığa yol açıyor.
Ayvalık’ta özelleştirilmedik yer kalmadı elbette. Son 20 yıldır tabiat parkının imara açılması ve yağmalanması gündemde. Eldeki olanaklarla Ayvalık’taki bir avuç duyarlı insanla ancak bu kadar korunabildi herşey. Geri kalan heryer ranta açıldı yağmalandı. Son 30 yılın belediye yönetimleri şu veya bu şekilde bu yağmaya göz yumdu, çanak tuttu veya bu yağmayı teşvik edip birilerine rant sağladı. Bu durum Ayvalık Halkı’na “kadri mutlak” bir hal olarak yutturuldu.
Elbette başka bir seçenek, başka bir Ayvalık mümkün. Başka bir dünya ve Türkiye nasıl mümkünse öyle mümkün.
Ayvalık’ta artık yerel yönetimi eskiden olduğu gibi birkaç “kasaba eşrafı” belirlemiyor. Uluslararası bağlantıları olan zeytinyağı, finans, inşaat ve turizm şirketleri belirliyor. Bu durumda belediye yönetimleri sıradan birer uygulayıcı olarak işlerini yapmak zorundalar. Zeytinyağı, finans, inşaat ve turizm gruplarına rant paylaşımının en önemli merkezi Ayvalık Belediyesi oluyor. Nedeni çok basit: imar-inşaat planları, su-kanalizasyon-yol-liman vs yatırımları belediye eliyle yürütülüyor. İşin içine son dönem giren maden şirketleri ise bu rant ortaklığına alternatif bir mecra oluşturuyorlar: Bilek güreşi yaşanıyor aralarında. Siyasal islamın kültürel hegemonyasının Ayvalık’ta fazla ortada görülmemesi, hegomonyanın “dışsal” bir his olduğu yanılsamasına neden oluyor.
Mesut Ergin aslında bu “dışsal” kuvvetlerle pazarlık yürütebileceğini, karşısındakilerin iktidarı paylaşmaya yatkın oldukları ham hayalini yaşıyor. Ama yanılıyor. hegemonyaya kendisi “uğruyor”. Siyasal islam saf değil.
Ayvalıklılar için seçim rehberi
Bu blogda 14 yıldır birşeyler yazıyorum. En çok yazdığım şey seçim yazıları olmaya başladı. Doğrusu ben de sıkıldım artık.
Bu defa Balıkesir Büyükşehir için AKP ve İyi Parti var. DSP
, VP, TKP; HDP de var meraklısına. EMEP bağımsız giriyor. CHP ve MHP yok anlıyacağınız.
Ayvalık’ta ise AKP ve İyi Parti yok; MHP, CHP ve DP var. HDP yok ama, VP, TKP ve DSP var.
Şimdiiii kabine girdik:
Eğer AKP’li veya MHP’liysek Büyükşehirde AKP’ye, Ayvalık’ta MHP’ye vuracağız mührü.
Eğer CHP’li ya da İyi Partiliysek Büyükşehirde İyi Partiye, Ayvalık’ta CHP’ye atacağız.
Eğer HDP’liysek Büyükşehirde HDP, Ayvalık’ta CHP.
Eğer EMEP’liysek Büyükşehirde Bağımsıza Ayvalık’ta CHP’ye oy vereceğiz.
ÖDP’liler ise “emekten, demokrasiden, laiklikten yana” adaylara oyu atacaklar.
Diğerleri kendi partilerine oy atacaklar.
İşin şekli kısmı bu.
Ayvalık’ta CHP, İyi Parti küskünleriyle bazı sosyalistler, ayrıca MHP’nin karşısında CHP’nin sandıktan çıkmasını istemeyen bazı MHP ve AKP’liler DP’ye oy verecekler.
Bazı AKP ve MHP’liler ise “Rahmi işimizi görüyor” diyerek CHP’ye oy verecekler.
Yani bir kısım eski MHP’liler, Ahmet Tüfekçi çevresi, Küçükköy’ün sakinleri, Altınova’nın bazı kesimleri ve köylerin bir kısmı CHP’yi (Rahmi Gençer’i) protesto için DP’ye oy verecekler. AKP’yi protesto etmek isteyen bazı köylüler de CHP’ye oy verecekler.
HDP’nin tavrına rağmen protesto için bazı HDP’liler DP’ye oy verirlerken, dindar HDPliler MHP’ye oy verecekler.
Yeterince açıklayıcı oldu mu? Sanırım yeter.
Hemşehrimiz Hakan Gülseven, DP’yi (Mesut Ergin’i) savunan bir yazı kaleme almış. Hakan, ABD karşısında Küba veya Venezüela’yı savunanları “ilkesizlikle” suçlayan Yurt Gazetesi eski yazarı ve Red dergisi çevresinden bir arkadaşımız.
Haziran Hareketi’nden bazı arkadaşlarımız Mesut Ergin’i desteklerken bazıları da aradan MHP’nin sıyrılması endişesini taşıyorlar. Vedat Peker’in pek sevgili arkadaşı CHP adayı Rahmi Gençer’e oy atmak istemiyor çoğu.
Gençer; Boyner ve Rahmi Koç’un da gözdesi. Mesut Ergin ise Koç Holding’te yönetici olarak çalışmış birisi.
Ayvalık Tabiat Platformu Rahmi Gençer’in, Mesut Ergin’e göre doğanın korunması konusunda daha samimi olduğunu söylüyor.
Eski CHP Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen, Eski CHP İlçe Başkanı Hüsnü Erol, Mesut Ergin’i destekliyor. CHP’nin eski Altınova Belediye Başkanı Asım Sürer’le ilgili ise rivayetler muhtelif.
Direniş ve örgütlenme
Leningrad’la ilgili bir hikaye anlatmıştı Oktay Ekinci. 2. Dünya Savaşı’nda Nazi bombardımanı başlayınca Leningradlılar koşup meydanlardaki heyklleri nehre atarlar zarar görmesinler diye. Savaş biter. Leniningrad yerle bir olmuştur. Halk şehri eski haliyle ayağa kaldırmaya karar verir. Eski fotoğraflara, haritalara bakarak şehri beton karkas üzerine eski bina görüntüleriyle tekrar inşa ederler. Şehir tamamlanınca, nehre inip orada bekleyen heykelleri çıkarırlar, yerli yerine dikerler.
Bugün “faşizme karşı direniş” denilince böyle bir direniş gerekir sanırım. Topyekün bir yok oluşa karşı direniş. Öyle bir yok oluş ki, tek bir bina, tek bir ağaç bile bırakmıyacak emperyalizm. Ama aynı zamanda bütün yıkılan ve yokedilenleri son ağacına, son çalısına kadar tekrar ayağa kaldırma azmi ve iradesi olmalı bizim direnişimiz.
Örgütü ise Ho Şi Minh’in yaptığını hatırlatarak ifade edeyim: Ho Amca, bir türlü ulaşılamayan kabile ve etnik-dini gruplara ulaşmak için, 15 yaşlarında yüzlerce parti üyesi genci eğitir. Bunları ilgili gruplara yollar. Bunlar kimliklerini gizleyerek ilgili köyde
, kabilede yaşamaya başlar. Süreç içinde zeka ve yetenekleriyle gittikleri grubun güvenini kazanırlar. Büyük ayaklanma günü geldiğinde ise “birleşmez” denilenler birleşmiş, “ayağa kalkmaz” denilenler ayağa kalkmıştır. Vietnamlı devrimciler “fikrimiz doğru olduğu için değil, eylemlerimize hayran oldukları için de değil, kadrolarımıza güven duydukları için halkı örgütlemeyi başardık” derler bu yüzden.
yeni bir dönemin şafağında 2
Bu başlıkta ilk yazımı yazalı 5 yıl geçti. O şafak aslında Gezi’yle kendini gösterdi. Daha çok şey oldu dünyada ve ülkemizde. Evet ilk yazı bir özeleştiriydi.
Şimdi ülkemiz cumhuriyet rejimini yıkan bir iktidar altında.
Solda bir umut olmak üzere en belirdin çaba Haziran Hareketi. Birçok zaafına rağmen başka bir umut yok şu an için. ÖDP ve diğer sosyalist partiler ise iyi niyetli insanların fedakarlıklarıyla zar zor ayakta duruyorlar. Bu zaaflarının son bulması farklı çabaların gösterilmesini gerekli kılıyor.
Kendi açımdan bu sürece yeterli katkıyı gösterdiğimi söyleyemem. Sürecin geneline ilişkin başından beri şekillendirmekte zorluk çektiğim kuşkuların var.
Öncelikle parlementerizm saplantısından vaz geçilmeli. Seçime indirgenen bir çalışma tarzı hepimizi mahvediyor.
Şimdiden iktidarı hedefleyen ve düzenden kopan bir fikri/örgütsel önderlik olmaksızın sıkıntıların aşılması imkansız.
Ne oldum dememeli ne olacağım demeli
Rivayete göre Mahir ve arkadaşları mücadelenin ilk aşamalarında Carlos Marighella’nın kitabını biraz küçümseyerek okumuşlar. Fakat işler değişince bu kitabı bu defa merak ve ciddiyetle tekrar okumuşlar.
Ayvalık’ta “15 Eylül Kurtuluş” törenlerinde bir mizansen vardır. Buna göre Yunan ordusu işgale başlar kara çarşaflı kadınları zincire vurur. Daha sonra Kuvayyı Milliye gelip kızı zincirlerinden kurtarır. Kız içine bayraktan yapılmış bir elbise olan kara çarşafını çıkarır.
Bu saçma sapan tuluata hep gülüp geçmişimdir. Hele hele tv ve internetin olduğu günümüzde hiçbir anlamı kalmamıştı. Son zamanlardaki törenlerde sanırım yapmıyorlar bu gösteriyi.
IŞİD’in Antep’te kadınları köle olarak sattığı haberleri geliyor. Çok uzaklarda değil. Antep’te !!!
Ne oldum dememeli ne olacağım demeli. Yani zamane jargonuyla söylersek “hayaller eli yüzü sosyalist devrim gerçekler engebeli dolambaçlı ve sarp”.
Kan denizi ve bir umut
AKP’nin ve yarattığı rejimin kalıcı olduğunu görmek zorundayız. Bu ne AKP ne de RTE’nin yeteneklerinden kaynaklanmıyor.
Kapitalizmin dünya çapında artık “burjuva demokrasisi” olarak adlandırdığımız rejimlere ihtiyacının olmadığını; varlığını devam ettirmek için zorun tayin edici olacağını bir döneme girildiğini unutmamalıyız. Bunun nedenleri elbette ayrıca ayrıntılı inceleme ve tartışmaya açık.
Sistemin AKP türü bir yapıdan vaz geçmeyeceği açık.
Sistem AKP’yi inşa etmek için on yıllardır yığınak yaptı. Bu yığınak sistemin (kapitalizmin) kolay kolay vazgeçebileceği bir yığınak değil.
* * *
Toplum oy oranlarına bakılırsa %60 a karşılık %40’lık bir bölünme yaşıyor. Bu bölünme eğer kararlı hale getirilirse doğru bir bölünmedir (kutuplaşmadır).
Şimdiye kadar olan Kürt-Türk
, ya da laik-islamcı bölünmeleri doğru bölünmeler değildi. Ve bu bölünmelerden toplumu ileriye götürecek sonuçlar beklenemezdi. Ama şimdi bir tarafta AKP-MHP-Ordu diğer tarafta CHP-HDP-Sosyalistler olarak ortaya çıkan (içlerinde rahatsız olanlar olacaktır ama) bölünme doğru bir bölünmedir.
Bu bölünmeden toplumu ileriye taşıyacak sonuçlar ortaya çıkabilir. Gericiliğe karşı ilericilik ve laiklik, diktaya karşı cumhuriyet, faşizme karşı demokrasi, savaşa karşı barış. Bu bölünmede halk güçleri kendi örgütlerini dahi aşan onları değiştiren belkide onların dışında yeni örgütler kuran bir mücadele hattı geliştirebilirler.
Kendini seçimlerle ve bu düzenin çeperiyle sınırlamayan bir hat ortaya konabilir.
Bugün için azınlık olabiliriz.
Mesele bu kan denizinden kurtulma iradesini ortaya koyma meselesidir.
Ayvalık 2015 Genel Seçim Sonuçları değerlendirmesi
2015 Genel Seçim Sonuçlarına Ayvalık’tan baktığımızda öncelikle seçimin yıldızı HDP açısından büyük başarı görülüyor. HDP Balıkesir ilinde %6,6 ile Ayvalık’ta en büyük oy oranına; Ayvalık’ta 3000 oyu ile, 5000 oy aldığı Edremit’ten ve 4000 oy aldığı Bandırma sonra en çok oy aldığı yer oldu.
Kürt seçmenin güçlü bir şekilde HDP’ye oy verdiği, sosyalistlerin ve sosyal-demokratlerın baraj ve dayanışma amacıyla kısmen oylarını yönelttikleri görülüyor. HDP Ayvalık’ta da artık 4. parti olarak yerini tescilledi.
Cumhuriyet sonrası yaşanan siyasi bölünmelerde HDP Ayvalık’ta artık ciddi bir varlık.
Şehre 1989 sonrası Kürt yurttaşların göçmesi önemli bir etken. Kürt nüfusun aslında Kürt Ulusal Hareketi’ne yakın olmadığı ve muhafazakar/dindar insanlar olduğu biliniyor. Şimdi bu kırılmış görülüyor.
Artık Ayvalık her anlamda bir göçmen şehri.
CHP
, DP ve daha sonraki ayrışmalar nasıl ki mübadele, göç, mal paylaşımı ve etnik konularından ortaya çıktıysa bu durum 90 yıl sonra bile değişmedi 🙁
AKP’nin Ayvalık’ta MHP’nin önünde geçerek ikinci parti olması da anlamlı. Taşeron işverenen emrine giren 1000’den fazla insan var. Ayrıca köyler ve diğer yoksullar baskı ve vaatlerle AKP’ye oy atmaya zorlandılar.
Aslında Ayvalık egemen siyaseti hep geriden takip ediyor.
CHP’nin yükselişinde AP’yi, ANAP’ın Yükselişinde SODEP’,, DYP’nin yükselişinde ANAP’ı, AKP’nin yükselişinde ise CHP’yi seçmişti Ayvalık.
Şimdi de AKP ülke çapında düşüş göstermesine rağmen Ayvalık’ta önemli bir yükseliş kaydediyor. Elbette bunda yerel seçimlerde gösterilen adayların kimlikleri de belirleyici ama durum böyle.
Ayvalık; ekabir yerel siyasetçiler tarafından “Ayvalık hep merkezi iktidardan farklı düşünenlere oy attığı için yatırım alamıyor” yollu “yalakalık yapsak da biraz da biz ihale kapsak” olarak özetleyebileceğimiz bir durumu reddediyor.
CHP oransal olarak biraz düşmüş görülüyor. VP’nin SP’yi geçmiş olması olumlu mu olumsuz mu ben de karar veremedim. Ama durum bu 🙂
En sevindiğim MHP başta olmak üzere bazı partilerden AKP’ye geçen “işbilir” bazı şahısların umutlarının boşa çıkması. Çok eğlenceli 🙂
Sermayenin Ayvalık’a ilişkin planlarını bu seçim sonucu olsa olsa biraz geciktirir. Bu planları bozacak olan Ayvalık Halkı’nın mücadelesi olacaktır elbette.
Ayvalık 2015 Genel Seçim Sonuçları
Parti Adı Oy Oranı (%) Toplam Oy
CHP 52,65 % 24.428
AK PARTİ 21,71 % 10.074
MHP 16,27 % 7.547
HDP 6,66 % 3.090
VP 1,14 % 528
SAADET 0,64 % 298
Neo-Liberalizmin Ayvalık’a gözü dönmüş saldırısı
Gözü dönmüş kapitalizm Ayvalık’ta da gemi azıya aldı. Yağma ve talan ayyuka çıktı.
Edip Uğur Balıkesir Bükükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde “Ayvalık için elimizi çabuk tutacağız” demişti.
Evet ilk ve en önemli icraatlardan birisi Ayvalıklıların el emeği göz nuruyla yapılan
, okul çocuklarının cep harçlıklarıyla destek oldukları Devlet Hastanesi, Ayvalık Halkı’nın elinden alındı. Bunun yerine Deveboğazı Mevkii’nde bir beton yığını yapıldı.
El koydukları eski hastane yalnızca denize nazır eşsiz konumuyla birçok uluslararası tekelin iştahını açıyordu. Şimdi buraya yalnıza kendilerinin girip çıkacağı bir otel, tesis vs. yapacaklar. Lütfederlerse Ayvalıklı birkaç gence de asgari ücretten iş bile verecekler, o da belki 🙂
Unutmayalım eski hastanenin yalnızca arsa fiyatıyla 10 adet tam teşekküllü hastane kurulabilir.
Yeni hastane ise kurulduğu konumu gereği çevresinde bir rant halkası yaratmaya başladı bile. Bu civardaki son zamanlarda ne tür emlak satışlarının olduğunu da birileri söylese de öğrensek 🙂
Ayvalık doğal bir limandır. Özellikle İstanbul ve çevresinde marinalar çok pahalıdır. Bu nedenle büyük zenginler yatlarını Ayvalık ve civarında demirlemek istiyorlar. Özellikle KOÇ Holding bu işe yatırım yapmaktadır. “Yatırım” derken yanlış anlamayın, liman falan yapmıyor, kamu tarafından yani bizim cebimizden çıkan paralarla yapılan limanlara, rıhtımlara el koyuyor ve bunları işletiyor.
Bunların en bilineni Ayvalık Marina.
Ayvalık Marina Mendireği sarımsak taşından yapılmıştı. Yani dünyanın en “değerli” mendireğidir bu. Bu uygulamadan sonra Sarımsaklı’da sarımsak taşı çıkarımı durdurulmuştu 🙂
Ayvalık Marina yapıldıktan sonra yaklaşık 5 yıl boş tutuldu. Daha sonra 29 yıllığına SETUR(KOÇ Holding)a kiralandı. Kira bedeli aylık lüks bir daire kirasını aşmıyor. Ama buraya demirleyen 200’ü aşkın teknenin her birinden ayda en az 200 evro kira alınıyor. Yani ayda 40 bin evro yani yılda 500 bin evro !!!
Halbuki Marina yapılırken Ayvalık’taki balıkçılar ve küçük tekne sahiplerinin öncelikle yararlanacakları iddia edilmişti. Bunların hepsinin yalan olduğu ortaya çıktı. Ayrıca çalışan insan sayısı 10 kişi bile değil, yani kimsenin ekmek kapısı falan olmadı marina.
Ayvalık Belediyesi aldığı yanlış kararlarla, (Ali Güreli, Ahmet Tüfekçi, Hasan Bülent Türközen) KOÇ Holdingin buraya “büfe” ruhsatıyla MİGROS, “balıkçılara mazot pompası” denilerek benzin istasyonu açmasına (şehrin tam göbeğinde) göz yumdu.
İstanbul’da 5 gün
İstanbul’a neden gittim ?
İstanbul’la ilgili bir muhabbet açıldığında çevremdeki hemen herkesin “İstanbulbilir” olması beni çok fazla rahatsız ediyordu. Hani bir muhabbet açılır, iş nedeniyle ya da sanatsal, politik bir gerekçeyle bir yeri tarif etmem gerekir, tarif edemem bir türlü; o zaman hemen birileri ortaya çıkıp uzun uzun cümlelerle İstanbul’da benim tarif edemediğim yeri tarif eder ve de benden rol çalar; işte buna çok gıcık oluyordum.
Çocukluğumda seyrettiğim eski Türk filmlerini düşünüyordum: Çamlıca neresi ? Yeni Cami’de neden güvercin besleniyor? Üç arkadaş’ın limonata sattıkları yer neresi? Türkan Şoray’ın hanımefendilik icra ettiği köşk nerede? Paşababalar nerede oturur? Ulubatlı Hasan’ın suru neresidir? Galata denilen yerde bir saray bir kule bir de köprü mü var ve tabii bir de futbol takımı ve lise?
Ayrıca küçükken köyde dinlediğimiz radyoda başımıza kakılan radyo reklamları ve radyo tiyatrolarında adı çokça geçen : Pangaltı, Tünel, Şaşkın Bakkal, Yüksekkaldırım, Cibali, Samatya, Büyükada, Bahariye neresiydi?
Mesela benim de “taaa Şişli’den Karaköy’e kadar yürüdüm
” cümlesindeki mesafe şeysini kavrama şansım olacak mıydı?
“Karşı” olarak nitelenen yer eğer Anadolu Yakası’ysa Haliç’in Karaköy tarafına neden “Pera” deniliyordu? Bir yerin birden fazla “karşısı” nasıl olabiliyordu.
Ayrıca hemen hiçbir İstanbulbilir iki nokta arasındaki en kestirme ulaşım konusunda anlaşamıyordu?
Jules Verne’nin romanı doğru muydu? Avrupa yakasına geçmek için bazen Karadeniz’in etrafında bir tur atmak daha mı mantıklıydı?
Medyatik ve informatik dünyanın sürekli burnumuza soktuğu bu bilinmezlikler şehrine bir keşif gezisi yapmak artık elzem olmuştu.
Yaşamımda okul gezilerini sırasında gittiğimiz birkaç yeri saymazsam bir yere gezmek maksadıyla hiç gitmemiştim. Kısmet bugüneymiş 🙂 50 yaşıma az kala 🙂
İstanbul’a daha önce çeşitli vesilelerle gitmiştim. Ya siyasi faaliyetler ya da iş icabı gitmiştim. En uzun kalışım da 9 günlük bir “meslek içi eğitim kursu”ydu.
Asya Yakası’nı bir ölçüde gezmiştim. Avrupa Yakası’nı ise pek bilmiyordum. 5 günlük bir İstanbul – Tarihi Yarımada seferi yapmaya karar verdim.
İlk hazırlıklar
Efenim parasal konusunda sevgili ablam Serap gerekli harcamaları karşılamayı kabul etti. Kendisine bir kez daha teşekkür ederim.
Sırt çantası:
Çamaşırlar
, bir şişe su, ip, çakı, kibrit, aspririn, el feneri, pusula vs den oluşan gerekli eşyalar yerleştirildi.
Ayrıca Ayvalık kültür müdürlüğünden aldığım İstanbul şehir rehberi ni de yanıma aldım.
Rehberdeki basit harita, pusula ve askerliği “topçu ateş idarecisi” olarak yapmış olmam sebebiyle hiç bir yeri kaybetmeden 5 gün boyunca dolaştım.
Bir defaya mahsus bir Akbil satıcısına karşı tepede bize bakan Süleymaniye Camii’ni gösterip “Süleymaniye Camii’ne nasıl gidebilirim?” diye sorma hatasında bulundum. Adam “o isimde bir yer bilmiyorum” dedi.
İstanbul Neresidir :
Türkiye’nin en kalabalık şehri. Ayvalık’ın 500 katı falan.
Ayvalık’ın kuzeyinde 500 kilometre. Deniz kenarındadır.
İstanbul’un tarihçesi :
Ayvalık’tan biraz yaşlı. Eski başkent vs.
İstanbul’a gidiş yolları:
Ayvalık’tan İstanbul’a tek yol otobüs. Bir zamanlar tekneyle 2 gün süren ve Karaköy’de sona eren yolculuklardan farklı olarak Ayvalık Otogar’ından otobüse biniyorsunuz İstanbul – Esenler Otogarında iniyorsunuz. 9 saat sürüyor. Yalova‘da yolu kısaltmak için yarım saatliğine feribota biniliyor.
1. Gün
Güzel bir nisan sabahında İstanbul’a vardım. Esenler’de indim. Metro’ya binip Aksaray’a gitmem gerekliydi. İstanbulkart’ım yoktu. Bu nedenle “jetonmatik”ten 3 liralık 2 adet jeton aldım. Metroya bindim. Aksaray’a gittim. Hava aydınlanmıştı. Üstgeçidi geçtim. Cerrah Paşa Camii’nin biraz yakınındaki misafirhaneye vardım.
Eşyalarımı misafirhanede bıraktım. Misafirhanenin hemen yanında bir kitapçı dikkatimi çekti. Yalnızca Rusça kitaplar satıyordu. Civardaki Rus fahişeler için !
Akşamcı müşteriler için olacak ortalık çorbacı doluydu.
Cerrah Paşa Hastanesine gittim biraz dolaştım. İstanbul’a bu hastaneye 1940 yılında gelip ölen ve ihimalen kimsesizler mezarlığına gömülen Hasan dedemi aradım aslında. Kime sorabilirdim ki? Morga falan baktım. Bir ceset için uzun bir süre 73 yıl !!! Aramaktan vazgeçtim. Kayıt tutmuşlar mıdır acaba? Tek kayıt Sezai Madra’nın mektubu eldeki.
Daha sonra Kumkapı istikametine doğru bir süre yürüdüm. Yapımı devam eden metro inşaatı nedeniyle yol kapanınca yolumu Laleli’ye çevirdim.
Yürüyerek Laleli, Beyazıt ve nihayet Sultan Ahmet’e vardım.
Yerli Halkla İlk Temas
Medeni insanlara benziyorlar. En azından saldırganlıklarını görmedim. Dillerini pek anladığım söylenemez.
Laleli bir ticaret semti. Her türlü küçük ticaret ve anladığım kadarıyla uyuşturucu ve fuhuş işi mevcut. Sokaklarda Türkçe pek duyulmuyor.
Muhteşem güzellikteki Rus kadınları, zenci işportacılar, birkaç çocuklu Araplar, sürekli fotoğraf çeken Japonlar ve nihayet dilleri ve giysilerinden hangi millete mensup olduklarını anlayamadığım insanlar ortada dolaşıyorlardı.
Hepsinin hallerinden İstanbul borsasından sonra en önemli işlerin buralarda döndüğünü anlayabilirdiniz.
Yanıma incik-boncuk getirmediğime üzüldüm, muhakkak bişeyler kazanırdım.
Sultan Ahmet
Bizans’ın At Meydanı’nı Latin İstilası’nı anlatan bir kitapta okumuştum. Etrafta bir takım nesneler kitapta anlatıdığı yerde 800 yıldır durmaya devam ediyorlardı. Çapulcular etrafı toparlamadan alel acele çekip gitmişlerdi sanki.
Bu defa meydanın istilacıları turistlerdi. Meydandaki Bronz atları söküp Roma’daki Collesium’a taşıyan öncülerinden farklı olarak fotoğraf çekme derdindeydiler. Tablet bilgisayarlar “beni bir çekermisiniz” ricasını gereksiz kılıyordu.
Etraftaki kebapçıların önlerinde döner, kebap yiyorlar bira içiyorlardı. Ortalık bahar ve et kokuyordu.
Yürürken hanutçular hemen her dilde bana sesleniyorlardı. Ben de cevaben “yok bilader istemem, şimdi yedim, perhizdeyim, şekerim var” türü cevaplar veriyordum.
Ben turislerin Aya Sofya ve Sultan Ahmet’in daha iyi fotoğraf çekmeleri için hazırlanan yükselti üzerinde etrafı seyrediyordum. Yan tarafımda bir genç oturmuş aşağılayıcı gözlerle turistleri izliyordu. Daha ötedi bir çift güzel Rus kadını bankta dinleniyordu. İstanbul bimemne Ticaret Lisesi İngilizce Öğretmeni ilginç bir ödev vermişti o hafta. On sorudan oluşan bir anketi video kaydı da yaparak İngilizce bilen turistlere yönelteceklerdi. Turistler yeterince verimkar olmayınca bana sulandılar. “Abi sen İngilizce olarak şu soruları cevapla sevabına” dediler. İlk soru “İstanbul’a nasıl geldiniz” türünden (yani bunun İngilizcesi)’di. Çocuklara yardımcı olamadım. Ama İngilizce öğretmeninin bu videoları seyredip çok eğlendiğinden eminim.
Meydanda bir tur attıktan sonra Samet”le buluştuk.
Bu defa Gülhane Parkı’na doğru devam ettik. (“Ceviz Ağacı” esprisi beklemeyin ama Hattı Hümayun yoktu)
Parkta İstanbul Arkeoloji Müzesine girdik. Müzekart’a 30’ar lira verdik. Müzeyi gezdik. Ankara’daki “Anadolu Medeniyetleri Müzesi”ne göre çok fakir buldum. Olsa olsa o müzenin bir parçası olarak görülebilirdi. Yine de Truva’ya ilişikin bulgular, Kadeş Anlaşması ve tabii İskender lahitleri muhteşemdi.
Çinili Köşk’e girip bu defa da pek ilgimiz olmasa da çinilere bir göz attık.
Samet banyosu için model beğendi.
Çıkışta Çemberlitaş’a gittik. Türk Ocağı denen yerde çay içtik.
Türkocağı’nın önü mezarlık. Samet beni buraya sokarken ürktüm açıkçası. “Sanırım bunlar hesaba itiraz edenler” filan dedim. Ama mezarlardan birisinin Ziya Gökalp’e ait olduğunu görünce rahatladım, arada vezirler, nazırlar, paşalar da vardı.
Paşa mezarlarını seyrederek, sağlam çaylarımızı içtik. Çay 1 lira. Yani ucuz.
Duvarda “Türkocağı’nda hal ve hareketlerinize dikkat ediniz” yazısı vardı.
Bu defa İstanbulkart aldım. Tramvayla Misafirhaneye gittim.
2. Gün
Erkenden kalktım. Tramvayla Beyazıt’a gittim.
Anlaşıldı bu Beyazıt meselesi. Enver Paşa’nın hayatını okumuştum. Şevket Süreyya Aydemir’den. Şimdi şu kapının altından beyaz atıyla süzülüşü olabilirdi.
Sahaflar Çarşısı’na girdim. Bir tek sahaf kalmış “12 Numara” o da sıkılmış bu işten genç birisi. Diğerleri ders kitabı falan satıyor.
Ortalıkta abuk sabuk eşyalar satan ve Beyazıt Meydanı’nı 100 yıl öncesine benzeten bir gürüh vardı. Fakat sattıkları şeyler süs eşyası, peştemal falan değil, USB kablosu, şarj adaptörü gibi şeylerdi.
Oradan Kapalıçarşı’ya girdim. Benim tarzım değil. Yanımda bir kadın olsaydı (ve tabii bende para olsaydı) akşama kadar oradan çıkamayabilirdik. Öyle olmadı 1 saatlik bir keşif gezisiyle buranın tekrar sarnıç yapılmasının daha iyi olacağına kanaat getirerek oradan ayrıldım.
Mahmutpaşa’ya geçtim. Güzel yer, iyi esnaf fakat bana bişey satamadılar. Mevsim sonuydu ve benim beğendiğim trençkot maalesef 110 liraydı. 30 liraya indirecek hali yoktu ya.
Yalnız o “adsız tezgahtar” heykeline bir anlam veremedim. Elinde bir top kumaş tutan heykel değişik bir şey.
En son Mısırçarsı’nın bir ucundan girip diğer ucundan çıktım. Böyle baharat kokularına gıcık olurum, Manisa Mesir Macunu’nu da o yüzden pek sevmem. Ayağıma mesir macunu bulaşmış gibi dolaştım bir süre.
Eminönü
Eminönü’ne indim.
Yenicamiye uğradım. Sahiden önünde güvercinler var ama popülasyon çok kalabalık değil. Mesela İzmir Konak’ta daha kalabalıklar.
Sirkeci’yi gezdim. İlkokuldaki kitaplardan birinde bir tranvay resmi vardı siyah beyaz. Tranvayın önünde “Sirkeci” yazıyordu. Bir sır daha bnim için çözülmüş oldu. Çünkü gar binası karşımda duruyordu.
Uzakta haritanın gösterdiği yerde Galata Kulesi duruyordu. Konuyu bilen kimse yokttu gerçekten “gala” (yun. Süt) ile bir alakası var mı diye sorayım.
Yarım-Boğaz
Daha sonra Boğaz turu yapan bir tekneyle Boğaz turu (maalesef yarım tur) attık. Boğaz trafiği nedense soldan. Önce Haliç Köprüsü’nün altından geçip sol taraftan Karadeniz’e doğru gidiyor. Boğaziçi Köprüsü’nün altından geçip, maalesef Fatih Sultan Mehmet köprüsünü usaktan görüp, geri dönüyor sağdan Marmara istikametine geçiyor ve Haliç’e geliyor. Bu tur için 15 tl verdim. Ayıp tam tur yapsanız birşeyiniz mi eksilir???
Tura bir grup Alman ve Almancıyla, Türki cumhuriyetlerden birinden geldiklerini sandığım iki Türki Apaçi katıldı. Apaçiler bir rahat huzur vermedi doğru dürüst foto çekemedim. Ama lodos benden yana döndü. Sert esmeye başlayınca önce Alman ve Almancılar, daha sonra da Orta Asya’nın bu yağız çocukları güverteden toz oldular. Güverte bana kaldı güzel güzel foto çektim. Ama bu defa da ışık tersten geldi. 🙂
Aysa Sofya ve diğerleri
Samet’le bu defa Galata Köprüsü’nde buluştuk. Balıkekmek yedik ve bira içtik. Tekrar Sultan Ahmet’e gittik bu defa Aya Sofya ve Sultan Ahmet’i gezdik.
En muhteşem bina (mimari açıdan) elbette Aya Sofya. Tartışmasız. Bin küsür yıldır ayakta. Onca deprem, yıkım ve yağmaya rağmen ayakta. Güzel ve mağrur. Çok etkileyici.
Sultan Ahmet ise zarif ve güzel.
Meydandaki çıkıntılar ise şehrin bibloları en sonunda.
3. Gün
Özgür Yazılım ve Linux Günleri 2013
Linux toplantısına gitmek üzere Aksaray’dan bir minibüsle Eyüp istikametine yola çıktım. Şöför beni Bilgi Üniversitesinin “Santral İstanbul” kampüsünde indirdi. Birkaç toplantıya katıldım. Konferansları dinledim.
Burası İstanbul’un eskiden elektriğini sağladığı yerlerden biriymiş sanırım. Jenaratörler ve borular yerli yerinde duruyorlar.
Linux ve açık kaynak hareketinin bazı ilkeleri işin içine Bilgi Üniversitesi ve bazı firmalar girince zedelenmiş sanırsam. Konferasnların aralarına biraz ticari “workshop”lar serpiştirmişler.
Yine de noSQL ve mongoDB konusunda biraz fikir edindim.
Bilgi Üniversitesi adına konuşan Chris Stephenson (Bilgi Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri Bölümü) ise “bilgi patent ve tekel” konularında benim (Çiftçi-Sen’in) takipçisi ve savunucusu olduğumuz meseleleri dile getirince pek sevindim. Fotoğraf makinamın şarjı bitti bir daha foto çekemdim.
Tramvaydan hiç inmeden bir şehir turu attım.
Karaköy
Daha sonra Karaköy ve Tophane’yi gezdim.
Karaköy tam anlamıyla “yabancı” bir yer. Uzaktan sivri kuleleriyle bir başka yerden kesilip buraya monte edilmiş hissi bırakıyor.
Saray
Galata Köprüsünden Eminönü’ne geçtim Topkapı Sarayı’na gitmezden önce At Meydanı’nı gezdim ve Saraya gittim. Sarayda Samet’le buluştuk. Önce yalnız sonra da Samet’le sarayı gezdik. Harem’de Müzekart geçerli olmadığından 15’er lira vermek zorunda kaldık. Harem’de ilgiye değer birşey bulamadık bu nedenle bu 15 liraya üzüldük.
Topkapı Sarayı yaşanacak yer değil. Olsa olsa hafta sonları arkadaşlarla mangal yapmaya gideceğiniz bir yer olabilir.
Hiçibir padişahın anladığımız anlamda arkadaşı, dostu olmadığından bir mangal partisi yaptıklarını da sanmıyorum. Öyle bir mangal partisi ihtimalen birisinin sırtına saplanan bir şişle filan biterdi.
Sarayın bahçesini beğendim. Çiçekler çok güzel.
Samet Kutsal Emanetler bölümü gezerken espri filan yapmaya kalkıştı müminler bize kötü kötü bakmaya başladılar canımızı zar zor dışarı attık 🙂
Hazineyi beğendim gideri var. Ama ben anlamam işporta tezgahında olsalar da aynı şekilde bakardım bu incik boncuğa 🙂
Sarayda 1989 Bulgar göçmeniyle muhabbet ettim. 1989’dan beri ilk defa gelmiş. Millete devlete hayır dua okudu durdu.
Çok yorgun olarak misafirhaneye döndüm. Saray adamı yoruyor. Bence padişahlar o yüzden sefere gitemeyi yeğliyordur. Bir de dedikodular, gürültü patırdı ne gerek var yahu.
5. Gün
Sultan Ahmet’e tramvayla gittim. Orada bir tur attıktan sonra harita üzerinde tesbit ettiğim (!) Süleymaniye Camii’ne gittim. Camiyi gezdikten sonra yokuş aşağı Eminönü’ne gittim. Balıkkmek yedim.
İstanbul’da balıkekmek 4,5 tl. Karaköy’deki esnaf lokantasındaki mercimek çorbası ise 5 tl. 5 gün boyunca gayet ekonomik bir gezi yaptım sayılır.
Yürüyerek Karaköy’e gittim. Tünel denilen kısa metroyla İstiklal Caddesi’nin başlangıcına gittim. Orada bulunan Mevlevihane’yi gezdim. Çok etkilendim. İstanbul’da en beğendiğim yer burasıdır diyebilirim. Birkaç kitapçı gezdim. Sipariş edilen birkaç kitabı aldım. Hediye olarak birkaç şey bir de anneme kurukahve 🙂
Daha sonra gezerek aşağı indim. O sırada Galata Kulesine çıkmadığımı fark ettim. Döndüm kuleye çıktım. Asansöre giriş için 6,5 Tl alıyorlar. Yükseklik korkum nedeniyle hemen indim.
Tramvayla Sultan Ahmet’e gittim son bir tur attıktan sonra yürüyerek Misafirhaneye döndüm.
Eşyalarımı topladım. Metroya giitm. Akşam 9 olmuştu. Otogara vardım.
Ayvalık otobüsüne bindim.