İstanbul’da 5 gün

 

İstanbul’a neden gittim ?

İstanbul’la ilgili bir muhabbet açıldığında çevremdeki hemen herkesin “İstanbulbilir” olması beni çok fazla rahatsız ediyordu. Hani bir muhabbet açılır, iş nedeniyle ya da sanatsal, politik bir gerekçeyle bir yeri tarif etmem gerekir, tarif edemem bir türlü; o zaman hemen birileri ortaya çıkıp uzun uzun cümlelerle İstanbul’da benim tarif edemediğim yeri tarif eder ve de benden rol çalar; işte buna çok gıcık oluyordum.

Çocukluğumda seyrettiğim eski Türk filmlerini düşünüyordum: Çamlıca neresi ? Yeni Cami’de neden güvercin besleniyor? Üç arkadaş’ın limonata sattıkları yer neresi? Türkan Şoray’ın hanımefendilik icra ettiği köşk nerede? Paşababalar nerede oturur? Ulubatlı Hasan’ın suru neresidir? Galata denilen yerde bir saray bir kule bir de köprü mü var ve tabii bir de futbol takımı ve lise?

Ayrıca küçükken köyde dinlediğimiz radyoda başımıza kakılan radyo reklamları ve radyo tiyatrolarında adı çokça geçen : Pangaltı, Tünel, Şaşkın Bakkal, Yüksekkaldırım, Cibali, Samatya, Büyükada, Bahariye neresiydi?

Mesela benim de “taaa Şişli’den Karaköy’e kadar yürüdüm

” cümlesindeki mesafe şeysini kavrama şansım olacak mıydı? 

Karşı” olarak nitelenen yer eğer Anadolu Yakası’ysa Haliç’in Karaköy tarafına neden “Pera” deniliyordu? Bir yerin birden fazla “karşısı” nasıl olabiliyordu.

Ayrıca hemen hiçbir İstanbulbilir iki nokta arasındaki en kestirme ulaşım konusunda anlaşamıyordu?

Jules Verne’nin romanı doğru muydu? Avrupa yakasına geçmek için bazen Karadeniz’in etrafında bir tur atmak daha mı mantıklıydı?

Medyatik ve informatik dünyanın sürekli burnumuza soktuğu bu bilinmezlikler şehrine bir keşif gezisi yapmak artık elzem olmuştu.

Yaşamımda okul gezilerini sırasında gittiğimiz birkaç yeri saymazsam bir yere gezmek maksadıyla hiç gitmemiştim. Kısmet bugüneymiş 🙂 50 yaşıma az kala 🙂

İstanbul’a daha önce çeşitli vesilelerle gitmiştim. Ya siyasi faaliyetler ya da iş icabı gitmiştim. En uzun kalışım da 9 günlük bir “meslek içi eğitim kursu”ydu.

Asya Yakası’nı bir ölçüde gezmiştim. Avrupa Yakası’nı ise pek bilmiyordum. 5 günlük bir İstanbul – Tarihi Yarımada seferi yapmaya karar verdim.

İlk hazırlıklar

Efenim parasal konusunda sevgili ablam Serap gerekli harcamaları karşılamayı kabul etti. Kendisine bir kez daha teşekkür ederim.

Sırt çantası:

Çamaşırlar

buy-levitra-usa.com

, bir şişe su, ip, çakı, kibrit, aspririn, el feneri, pusula vs den oluşan gerekli eşyalar yerleştirildi.

Ayrıca Ayvalık kültür müdürlüğünden aldığım İstanbul şehir rehberi ni de yanıma aldım.

Rehberdeki basit harita, pusula ve askerliği “topçu ateş idarecisi” olarak yapmış olmam sebebiyle hiç bir yeri kaybetmeden 5 gün boyunca dolaştım.

Bir defaya mahsus bir Akbil satıcısına karşı tepede bize bakan Süleymaniye Camii’ni gösterip “Süleymaniye Camii’ne nasıl gidebilirim?” diye sorma hatasında bulundum. Adam “o isimde bir yer bilmiyorum” dedi.

İstanbul Neresidir :

Türkiye’nin en kalabalık şehri. Ayvalık’ın 500 katı falan.

İstanbul nerededir :ayasofya

Ayvalık’ın kuzeyinde 500 kilometre. Deniz kenarındadır.

İstanbul’un tarihçesi :

Ayvalık’tan biraz yaşlı. Eski başkent vs.

İstanbul’a gidiş yolları:

Ayvalık’tan İstanbul’a tek yol otobüs. Bir zamanlar tekneyle 2 gün süren ve Karaköy’de sona eren yolculuklardan farklı olarak Ayvalık Otogar’ından otobüse biniyorsunuz İstanbul – Esenler Otogarında iniyorsunuz. 9 saat sürüyor. Yalova‘da yolu kısaltmak için yarım saatliğine feribota biniliyor.

1. Gün

Güzel bir nisan sabahında İstanbul’a vardım. Esenler’de indim. Metro’ya binip Aksaray’a gitmem gerekliydi. İstanbulkart’ım yoktu. Bu nedenle “jetonmatik”ten 3 liralık 2 adet jeton aldım. Metroya bindim. Aksaray’a gittim. Hava aydınlanmıştı. Üstgeçidi geçtim. Cerrah Paşa Camii’nin biraz yakınındaki misafirhaneye vardım.

Eşyalarımı misafirhanede bıraktım. Misafirhanenin hemen yanında bir kitapçı dikkatimi çekti. Yalnızca Rusça kitaplar satıyordu. Civardaki Rus fahişeler için !

Akşamcı müşteriler için olacak ortalık çorbacı doluydu.kapalicarsi

Cerrah Paşa Hastanesine gittim biraz dolaştım. İstanbul’a bu hastaneye 1940 yılında gelip ölen ve ihimalen kimsesizler mezarlığına gömülen Hasan dedemi aradım aslında. Kime sorabilirdim ki? Morga falan baktım. Bir ceset için uzun bir süre 73 yıl !!! Aramaktan vazgeçtim. Kayıt tutmuşlar mıdır acaba? Tek kayıt Sezai Madra’nın mektubu eldeki.

Daha sonra Kumkapı istikametine doğru bir süre yürüdüm. Yapımı devam eden metro inşaatı nedeniyle yol kapanınca yolumu Laleli’ye çevirdim.

Yürüyerek Laleli, Beyazıt ve nihayet Sultan Ahmet’e vardım.

Yerli Halkla İlk Temas

Medeni insanlara benziyorlar. En azından saldırganlıklarını görmedim. Dillerini pek anladığım söylenemez.

Laleli bir ticaret semti. Her türlü küçük ticaret ve anladığım kadarıyla uyuşturucu ve fuhuş işi mevcut. Sokaklarda Türkçe pek duyulmuyor.

Muhteşem güzellikteki Rus kadınları, zenci işportacılar, birkaç çocuklu Araplar, sürekli fotoğraf çeken Japonlar ve nihayet dilleri ve giysilerinden hangi millete mensup olduklarını anlayamadığım insanlar ortada dolaşıyorlardı.sametmozaik

Hepsinin hallerinden İstanbul borsasından sonra en önemli işlerin buralarda döndüğünü anlayabilirdiniz.

Yanıma incik-boncuk getirmediğime üzüldüm, muhakkak bişeyler kazanırdım.

Sultan Ahmet

Bizans’ın At Meydanı’nı Latin İstilası’nı anlatan bir kitapta okumuştum. Etrafta bir takım nesneler kitapta anlatıdığı yerde 800 yıldır durmaya devam ediyorlardı. Çapulcular etrafı toparlamadan alel acele çekip gitmişlerdi sanki.

Bu defa meydanın istilacıları turistlerdi. Meydandaki Bronz atları söküp Roma’daki Collesium’a taşıyan öncülerinden farklı olarak fotoğraf çekme derdindeydiler. Tablet bilgisayarlar “beni bir çekermisiniz” ricasını gereksiz kılıyordu.

Etraftaki kebapçıların önlerinde döner, kebap yiyorlar bira içiyorlardı. Ortalık bahar ve et kokuyordu.

Yürürken hanutçular hemen her dilde bana sesleniyorlardı. Ben de cevaben “yok bilader istemem, şimdi yedim, perhizdeyim, şekerim var” türü cevaplar veriyordum.

kadesBen turislerin Aya Sofya ve Sultan Ahmet’in daha iyi fotoğraf çekmeleri için hazırlanan yükselti üzerinde etrafı seyrediyordum. Yan tarafımda bir genç oturmuş aşağılayıcı gözlerle turistleri izliyordu. Daha ötedi bir çift güzel Rus kadını bankta dinleniyordu. İstanbul bimemne Ticaret Lisesi İngilizce Öğretmeni ilginç bir ödev vermişti o hafta. On sorudan oluşan bir anketi video kaydı da yaparak İngilizce bilen turistlere yönelteceklerdi. Turistler yeterince verimkar olmayınca bana sulandılar. “Abi sen İngilizce olarak şu soruları cevapla sevabına” dediler. İlk soru “İstanbul’a nasıl geldiniz” türünden (yani bunun İngilizcesi)’di. Çocuklara yardımcı olamadım. Ama İngilizce öğretmeninin bu videoları seyredip çok eğlendiğinden eminim.

Meydanda bir tur attıktan sonra Samet”le buluştuk.

Bu defa Gülhane Parkı’na doğru devam ettik. (“Ceviz Ağacı” esprisi beklemeyin ama Hattı Hümayun yoktu)

Parkta İstanbul Arkeoloji Müzesine girdik. Müzekart’a 30’ar lira verdik. Müzeyi gezdik. Ankara’daki “Anadolu Medeniyetleri Müzesi”ne göre çok fakir buldum. Olsa olsa o müzenin bir parçası olarak görülebilirdi. Yine de Truva’ya ilişikin bulgular, Kadeş Anlaşması ve tabii İskender lahitleri muhteşemdi.

Çinili Köşk’e girip bu defa da pek ilgimiz olmasa da çinilere bir göz attık.

Samet banyosu için model beğendi.

Çıkışta Çemberlitaş’a gittik. Türk Ocağı denen yerde çay içtik.

Türkocağı’nın önü mezarlık. Samet beni buraya sokarken ürktüm açıkçası. “Sanırım bunlar hesaba itiraz edenler” filan dedim. Ama mezarlardan birisinin Ziya Gökalp’e ait olduğunu görünce rahatladım, arada vezirler, nazırlar, paşalar da vardı.

Paşa mezarlarını seyrederek, sağlam çaylarımızı içtik. Çay 1 lira. Yani ucuz.

Duvarda “Türkocağı’nda hal ve hareketlerinize dikkat ediniz” yazısı vardı.

Bu defa İstanbulkart aldım. Tramvayla Misafirhaneye gittim.

2. Gün

Erkenden kalktım. Tramvayla Beyazıt’a gittim.

Anlaşıldı bu Beyazıt meselesi. Enver Paşa’nın hayatını okumuştum. Şevket Süreyya Aydemir’den. Şimdi şu kapının altından beyaz atıyla süzülüşü olabilirdi.

Çarşı-pazarkizkulesi

Sahaflar Çarşısı’na girdim. Bir tek sahaf kalmış “12 Numara” o da sıkılmış bu işten genç birisi. Diğerleri ders kitabı falan satıyor.

Ortalıkta abuk sabuk eşyalar satan ve Beyazıt Meydanı’nı 100 yıl öncesine benzeten bir gürüh vardı. Fakat sattıkları şeyler süs eşyası, peştemal falan değil, USB kablosu, şarj adaptörü gibi şeylerdi.

Oradan Kapalıçarşı’ya girdim. Benim tarzım değil. Yanımda bir kadın olsaydı (ve tabii bende para olsaydı) akşama kadar oradan çıkamayabilirdik. Öyle olmadı 1 saatlik bir keşif gezisiyle buranın tekrar sarnıç yapılmasının daha iyi olacağına kanaat getirerek oradan ayrıldım.

Mahmutpaşa’ya geçtim. Güzel yer, iyi esnaf fakat bana bişey satamadılar. Mevsim sonuydu ve benim beğendiğim trençkot maalesef 110 liraydı. 30 liraya indirecek hali yoktu ya.misircarsisi

Yalnız o “adsız tezgahtar” heykeline bir anlam veremedim. Elinde bir top kumaş tutan heykel değişik bir şey.

En son Mısırçarsı’nın bir ucundan girip diğer ucundan çıktım. Böyle baharat kokularına gıcık olurum, Manisa Mesir Macunu’nu da o yüzden pek sevmem. Ayağıma mesir macunu bulaşmış gibi dolaştım bir süre.

Eminönü

Eminönü’ne indim. 

Yenicamiye uğradım. Sahiden önünde güvercinler var ama popülasyon çok kalabalık değil. Mesela İzmir Konak’ta daha kalabalıklar.

Sirkeci’yi gezdim. İlkokuldaki kitaplardan birinde bir tranvay resmi vardı siyah beyaz. Tranvayın önünde “Sirkeci” yazıyordu. Bir sır daha bnim için çözülmüş oldu. Çünkü gar binası karşımda duruyordu.

Uzakta haritanın gösterdiği yerde Galata Kulesi duruyordu. Konuyu bilen kimse yokttu gerçekten “gala” (yun. Süt) ile bir alakası var mı diye sorayım.

Yarım-Boğaz

Daha sonra Boğaz turu yapan bir tekneyle Boğaz turu (maalesef yarım tur) attık. Boğaz trafiği nedense soldan. Önce Haliç Köprüsü’nün altından geçip sol taraftan Karadeniz’e doğru gidiyor. Boğaziçi Köprüsü’nün altından geçip, maalesef Fatih Sultan Mehmet köprüsünü usaktan görüp, geri dönüyor sağdan Marmara istikametine geçiyor ve Haliç’e geliyor. Bu tur için 15 tl verdim. Ayıp tam tur yapsanız birşeyiniz mi eksilir???

Tura bir grup Alman ve Almancıyla, Türki cumhuriyetlerden birinden geldiklerini sandığım iki Türki Apaçi katıldı. Apaçiler bir rahat huzur vermedi doğru dürüst foto çekemedim. Ama lodos benden yana döndü. Sert esmeye başlayınca önce Alman ve Almancılar, daha sonra da Orta Asya’nın bu yağız çocukları güverteden toz oldular. Güverte bana kaldı güzel güzel foto çektim. Ama bu defa da ışık tersten geldi. 🙂

Aysa Sofya ve diğerleri

Samet’le bu defa Galata Köprüsü’nde buluştuk. Balıkekmek yedik ve bira içtik. Tekrar Sultan AhP4030046met’e gittik bu defa Aya Sofya ve Sultan Ahmet’i gezdik.

En muhteşem bina (mimari açıdan) elbette Aya Sofya. Tartışmasız. Bin küsür yıldır ayakta. Onca deprem, yıkım ve yağmaya rağmen ayakta. Güzel ve mağrur. Çok etkileyici.

Sultan Ahmet ise zarif ve güzel.

Meydandaki çıkıntılar ise şehrin bibloları en sonunda.

3. Gün

Özgür Yazılım ve Linux Günleri 2013

Linux toplantısına gitmek üzere Aksaray’dan bir minibüsle Eyüp istikametine yola çıktım. Şöför beni Bilgi Üniversitesinin “Santral İstanbul” kampüsünde indirdi. Birkaç toplantıya katıldım. Konferansları dinledim.

Burası İstanbul’un eskiden elektriğini sağladığı yerlerden biriymiş sanırım. Jenaratörler ve borular yerli yerinde duruyorlar.

Linux ve açık kaynak hareketinin bazı ilkeleri işin içine Bilgi Üniversitesi ve bazı firmalar girince zedelenmiş sanırsam. Konferasnların aralarına biraz ticari “workshop”lar serpiştirmişler.

Yine de noSQL ve mongoDB konusunda biraz fikir edindim.

Bilgi Üniversitesi adına konuşan Chris Stephenson (Bilgi Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri Bölümü) ise “bilgi patent ve tekel” konularında benim (Çiftçi-Sen’in) takipçisi ve savunucusu olduğumuz meseleleri dile getirince pek sevindim. Fotoğraf makinamın şarjı bitti bir daha foto çekemdim.

4. Günpera

Tramvaydan hiç inmeden bir şehir turu attım.

Karaköy

Daha sonra Karaköy ve Tophane’yi gezdim.

Karaköy tam anlamıyla “yabancı” bir yer. Uzaktan sivri kuleleriyle bir başka yerden kesilip buraya monte edilmiş hissi bırakıyor.

Saray

Galata Köprüsünden Eminönü’ne geçtim Topkapı Sarayı’na gitmezden önce At Meydanı’nı gezdim ve Saraya gittim. Sarayda Samet’le buluştuk. Önce yalnız sonra da Samet’le sarayı gezdik. Harem’de Müzekart geçerli olmadığından 15’er lira vermek zorunda kaldık. Harem’de ilgiye değer birşey bulamadık bu nedenle bu 15 liraya üzüldük.

Topkapı Sarayı yaşanacak yer değil. Olsa olsa hafta sonları arkadaşlarla mangal yapmaya gideceğiniz bir yer olabilir.

Hiçibir padişahın anladığımız anlamda arkadaşı, dostu olmadığından bir mangal partisi yaptıklarını da sanmıyorum. Öyle bir mangal partisi ihtimalen birisinin sırtına saplanan bir şişle filan biterdi.

Sarayın bahçesini beğendim. Çiçekler çok güzel.

Samet Kutsal Emanetler bölümü gezerken espri filan yapmaya kalkıştı müminler bize kötü kötü bakmaya başladılar canımızı zar zor dışarı attık 🙂

Hazineyi beğendim gideri var. Ama ben anlamam işporta tezgahında olsalar da aynı şekilde bakardım bu incik boncuğa 🙂

Sarayda 1989 Bulgar göçmeniyle muhabbet ettim. 1989’dan beri ilk defa gelmiş. Millete devlete hayır dua okudu durdu.

Çok yorgun olarak misafirhaneye döndüm. Saray adamı yoruyor. Bence padişahlar o yüzden sefere gitemeyi yeğliyordur. Bir de dedikodular, gürültü patırdı ne gerek var yahu.

misircarsisieminonu

5. Gün

Sultan Ahmet’e tramvayla gittim. Orada bir tur attıktan sonra harita üzerinde tesbit ettiğim (!) Süleymaniye Camii’ne gittim. Camiyi gezdikten sonra yokuş aşağı Eminönü’ne gittim. Balıkkmek yedim.

İstanbul’da balıkekmek 4,5 tl. Karaköy’deki esnaf lokantasındaki mercimek çorbası ise 5 tl. 5 gün boyunca gayet ekonomik bir gezi yaptım sayılır.

Yürüyerek Karaköy’e gittim. Tünel denilen kısa metroyla İstiklal Caddesi’nin başlangıcına gittim. Orada bulunan Mevlevihane’yi gezdim. Çok etkilendim. İstanbul’da en beğendiğim yer burasıdır diyebilirim. Birkaç kitapçı gezdim. Sipariş edilen birkaç kitabı aldım. Hediye olarak birkaç şey bir de anneme kurukahve 🙂

Daha sonra gezerek aşağı indim. O sırada Galata Kulesine çıkmadığımı fark ettim. Döndüm kuleye çıktım. Asansöre giriş için 6,5 Tl alıyorlar. Yükseklik korkum nedeniyle hemen indim.

Tramvayla Sultan Ahmet’e gittim son bir tur attıktan sonra yürüyerek Misafirhaneye döndüm.

Eşyalarımı topladım. Metroya giitm. Akşam 9 olmuştu. Otogara vardım.

Ayvalık otobüsüne bindim.