Kategori arşivi: Blog üyesi olmayan yazarlar

TEKEL İHTİYAÇTIR !

Sadece tütüncülüğümüz için değil,

sağlığımız için de;


 

Hastalıklara ve sonuçta ölümlere neden olan sigaraya karşı açık bir mücadele 1950’li yıllarda başlatılmıştır. 128 ülkede üretilen, ama dünyanın her köşesinde tüketilen tütünün üretimini ve ticaretini kendi denetimleri altına almak isteyen şirketler, insan sağlığını hiç düşünmeden buradan kazanacakları paralara gözünü dikmekte ve bu amaçla her türlü yol ve yöntemi kullanmaktadır. Amerikan Harvard Üniversitesi daha yeni yaptığı bir çalışmada şirketlerin sigarada nikotin oranını bilinçli olarak arttırdığını ortaya koymuştur. Çalışmada sigaralardaki nikotin miktarının attırılması için tütündeki nikotin miktarının fazlalaştırıldığı ama sigaraların görünümlerinde bu artışı kamufle edecek yöntemlerin de bulunduğu açıklanmaktadır. Üniversitenin dekan yardımcısı Howard Koh; üretilen sigaraların tütün bağımlılığını yaygınlaştırmak için neredeyse bir uyuşturucu/ bağımlılık yaratma aracına dönüştüğünü , bu sigaraları üreten şirketlerin tüketicileri uyarmayarak yanılttıklarını ifade etmektedir. tutun.jpg

Amerikan Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi de ABD’ de yaşanan ölümlerin önlenebilir bir numaralı sebebi olarak tütünü göstermektedir. ABD’de yaklaşık yılda 440 bin kişi sigara nedeniyle ortaya çıkan hastalıklardan ölmektedir. (1) Üstelik, bu sonuçlar 1981 yılından sonra sigaraya karşı büyükcadele yürütülen bir ülkede elde edilmiştir. Sigaraya karşı yürütülen kampanyalar ABD’ de ve AB’ de sigara tiryakilerinin sayısında düşmeye neden olurken, şirketler bu açığı gelişmekte olan ve yoksul ülkelere yönelerek çözmüşler ve hatta daha fazla sigara satma imkanı bulmuşlardır. Şirketlerin yürüttükleri sigara tanıtım kampanyalarından özellikle kadın ve çocuklar etkilenmektedir. Örneğin, Türkiye’de yapılan araştırmalarda sigara tiryakisi olma yaşının 10 yaşına kadar düştüğü görülmüştür.

TEKEL İHTİYAÇTIR ! yazısına devam et

İlias Venezis'in "Ege Hikâyeleri"

İlias Venezis’in “Ege Hikâyeleri”

Ηλίας Βενέζης

İlias Venezis Anadolu kökenli Yunan yazarlarından. Yunan edebiyatının önemli kişilerinden biri. 4 Mart 1904’de Ayvalık’ta doğan Venezis, on bey yaşına kadar bu topraklarda yaşamış. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, on dokuz yaşındayken Yunanistan’a göçmüş. 1973’de Atina’da ölmüştür. İlk yapıtını 1928’de yazmış ama bu kitap pek yankı uyandırmamış. Venezis’e asıl ününü 1931’de yazdığı, büyük ilgiyle karşılanıp, yabancı dillere de çevrilmiş olan önemli çalışması, “31328 Numara” adlı otobiyografik yapıtı sağlamıştır. İlias Venezis”in bu kitabı, Türk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra tutsak olarak geçirdiği yaklaşık bir buçuk yılın öyküsüdür. 31328, tutsaklığı sırasında kendisine verilen numaradır. Venezis’in Dinginlik (1946), Eolya Toprağı (1943), Rüzgarlar (1944) adlı romanları; Ege (1941), Savaş Saati (1946) adlı öyküleri ve Küçük Asya, Selam adlı deneme yapıtları bulunuyor. Özgün adı “Ege” olan yapıt, Üner Eyuboğlu tarafından Elence’den dilimize “Ege Hikayeleri” olarak çevrilmiş.

Karşıyakalı bir Sait Faik

Venezis’in bu yapıtında ilk bakışta göze çarpan özellik, Sait Faik’in öyküleriyle yakın akrabalığı, benzerliği. İkisi de öykü konularını genelde deniz insanlarının, balıkçıların yaşamlarından alırlar. Sıradan, yoksul insanların yaşam savaşı, ayrıntılarıyla ve yalın, şiirsel bir dille anlatılır. Deniz ve doğa her ikisinin de öykülerinin ana kaynağıdır. Venezis’in öykü kişilerinin çoğunun Anadolu kökenli göçmenler oluşu, onu bu vakaya, bizlere daha da yaklaştırıyor.

Savaş sonrası çizilen yeni sınırların yarattığı ayrılıklar ve insanların köklerini doğup büyüdükleri topraklardan söküp atan, sevdiklerinden ayıran “mübadele”nin acı tanıklıkları kaçınılmaz olarak Venezis’in öykülerinin başlıca konularını oluşturuyor. Umutsuzluk, özlem ve hüzün bu öykülerde belirgin bir şekilde öne çıkıyor.

Dünya Temaları

Ege Hikayeleri iki bölüme ayrılmış. “Dünya Temaları” adını taşıyan ilk bölüm Lios, Martılar, Akif, Uğultu, Bir kuş, Başka Yol Yok, Fteri’nin İnsanları Tsio’nun Kayığı adlarını taşıyan sekiz bölümden oluşuyor. Bunların hepsi de gerçekçi öyküler. Yazar bu ne-denle “Dünya Temaları” adını vermiş olmalı bu bölüme.

Yapıtın ilk öyküsü Lios. Midilli’nin kıyı kasabası Termi yakınlarında denizde balık kalmamış, balıkçıların yaşamı güçleşmiştir. Ayvalık açıklarındaki çıplak Lios adası önlerinde yasak sularda balık boldur. Tek kollu, “Yarasa” lakaplı genç balıkçının Lios’a balığa gidip yakalanması ve salıverilmesini anlatan öyküsünde, iki ulus arasında yaşananlar; savaş ve “mübadele” acılarının insancıl düşünceleri yok edemediğini vurguluyor Venezis.

Martılar nefis bir yalnızlık ve yaşlılık öyküsü. Midilli’nin kuzeyindeki ıssız adanın tek sakini, fener bekçisi Dimitris Amca’nın öyküsü bu. Anadolu bozgununda iki oğul yitirmiştir yaşlı Dimitris. Ayda bir maaşını alıp tuz, yağ ve kuru yiyecek gereksinimlerini gidermek için karşı kara parçasına gidip döner. Zamanla insanlardan uzaklaşan Dimitris, iki martı yavrusunu büyütüp evcilleştirmiş; onlara oğullarının adlarını vermiştir. Sabahları salınan martılar, akşam Dimitris’e dönmektedir. Ama son gidişlerinde geri dönmezler. Oğullarının dönüşünü bekler gibi, martılarını bekler ihtiyar. Ama bir gün martılarının vurulduğunu öğrenir. Artık bekleyecek hiçbir şey kalmamıştır yaşamında Dimitris için.

Akif adlı öykü, Midilli adasındaki Yera körfezinde doğmuş, ataları yüzlerce yıl önce Anadolu’nun uzak bir köşesinden buraya gelmiş olan Akif’in öyküsü. Önceleri kaçak tütün ticareti yapan Hıristiyanların yanında çalışmış olan dürüst, korkusuz, mert bir insandır Akif. Evlenince tütün işinden ayrılıp Yera’da tarla bekçisi olur. Tıkanan su kaynağını açmaya uğraşırken, delikten kocaman bir yılan çıkar. Bu yılan ve onunla mücadelesi Akif’in yaşamını altüst eder. Bir buçuk yıl yatakta yatar. Kimseyle, karısıyla bile konuşmaz. Karısı sonunda onu bir başkasıyla aldatıp evden kaçar. Yaşamına bir Hıristiyan kadın girer. Oğlu büyümüş, mübadele başlamıştır. Bir Hıristiyan kızı seven oğlu vaftiz olup o kızla evlenir, orada kalır. Akif gidenlerle gemidedir. Hareketten önce gemiye bir motor yanaşır. Bir subayla bir sivil gemiye çıkar. Akif’i alıp Yera’ya geri götürürler. Hangi toprakların Türklere ait olduğunu göstermesi gerekmektedir. Gemi Türkleri götürür. Akif Yera’da kalır. Öykünün sonunda yine baştaki yılan öyküsü yinelenir yeni bir yılanla. Ama bu kez yılan öldürülmemiştir. Su yolu yine tıkalıdır ama bu kez yılan değil ağaç dalları tıkamıştır. Akif adlı bu öykü gerçekçi bir zemin üzerine kurulmuş olsa da; yılanla ilgili bölümlerde, yaşanılan korkulu anların anlatımında yazar gerçeküstücü bir söylem kullanmıştır.

Uğultu adlı öyküsünde ölümü bekleyen yaşlı bir kadını anlatıyor Venezis. Tigani adlı balıkçı köyünün gerisinde, kayalık tepenin üzerindeki küçük manastırın bitişiğinde küçük kulübede ölüm döşeğinde bir kadın. Yatağın baş ucunda birkaç kişi toplanmış. Kadın bir haftadır sonsuz dinlenceye kavuşmayı bekliyor. Bu bekleyiş içinde, uzak bir geçmişte kalan yaşamını gözden geçiriyor. Sonra son nefesini veriyor, geride bıraktığı hayat gibi sakin sessiz.

Bir kuş, kafesini kanıksayıp, kendisine verilen özgürlüğü yadsıyan bir kuşun öyküsü. Çocukken ağla saka kuşları yakalayan kızını görmeye giden anne ona armağan olarak bir saka kuşu götürür. Ama çocukluk çok uzaklarda kalmıştır. Kızı bu armağana sevinmez. Kuşlar özgür olmalıdır. Sabahleyin erkenden kafesi terasa çıkararak kapısını açar. Öğleyin gelip baktığında, kuşun kafesinde olduğunu görür.

Başka Yol Yok adlı öyküde, iki küçük fahişe kızın başarısız kaçış, kurtuluş denemesi anlatılıyor. Yaşlı denizci Stamatis Amcanın kayığı Napoli’ye doğru, Midilli’nin üç mil kadar uzağındaki sahil kasabasına yol almaktadır. Kayığın yolcusu sarı saçlı bir kızla bir delikanlıdır. Yaşam boyu süreceğine inandıkları bir mutluluk içindedirler. Sahile çıktıkları yerde, kamışlar arasında dört
hüzünlü göz onları izlemektedir. Onlar genelevden kaçan “kutsal emekçi” iki küçük kızın gözleridir. Stamatis amcanın kayığı ansızın onlar için bur kurtuluş umudu olur. Yaşlı denici onları gezdirmeyi kabul eder. Dönüş zamanı geldiğinde, amaçlarının karşı sahile geçmek olduğunu söyleyen Maria’ya küçük kız engel olur. Dönmekten başka yolları yoktur.

Fteri’nin İnsanları’nda, yaşlı dağcı Timi’nin kılavuzluğunda tırmanışı öykülüyor Venezis. Savaştan önce tırmanmayı bırakmış, kılavuzluğu oğluna devretmiştir Timi. Ama savaş oğlunu almış, dağların ötesinde öldürülmüştür. İşgal sırasında zirveye çıkmak isteyen dağcı olmadığından, savaş boyunca tırmanmamıştır. Şimdi dağcılar geldiğinden, o da yeniden dağlara dönmüştür. Patikayı, kılavuzluğu bir başkasına öğretip devredene kadar tırmanmayı sürdürmesi gerekmektedir. Ömrü burada bu yollarda geçmiştir. Yol boyunca bütün ağaçları tek tek bilir. Hiçbir ağaç bir başkasına benzemez. Ağaçlar atlar gibidir… Mola verecekleri Mavriki köyüne yaklaşmaktadır kafile. Kara köknarlar arasında bir köy Mavriki. Kışın kar altında kalır. O kadar çok kar yağar ki, kimse barınamaz köyde. Bu nedenle soğuklar başlayınca Mavriki’de yaşayan herkes ovaya iner. Ama yaşlı Timi yine de köyde birilerinin olabileceğini düşünür. Köye ulaştıklarında, bir tek evin bacasından çıkan dumanlar, onun yanılmadığını gösterir. Yaşlı Kali belki otuz, belki kırk yıldır Timi’nin dönüşü beklemektedir orada.

Tisio’nun Kayığı, bütün üyeleri denizci olan bir ailenin, denizle hiç ilgilenmeyen, deniz kıyısına bile inmeyen küçük çocuğu Tisio’nun öyküsü. Onun denizci olmayacağı anlaşılır Ünlü bir duvarcı ustası olur Tisio. Duvar ördüğü bir gün, denize baktığı sırada iskeleden düşerek ayağı kırılır. Artık duvarcılık yapamayacağı için, küçük bir dükkan açar. Savaş çıkmıştır. Parasını bir şeye bağlamak düşüncesiyle bir kayık yaptırır. Deniz kıyısında yapılan bir kayığa Almanların el koyacağı düşünülerek, denizden uzak bir yerde yaptırılan, denize hiç inememiş olan bir kayıktır bu.

Rüya Temaları

Yapıtın ikinci bölümünü “Rüya Temaları” olarak adlandırmış yazar. Bu bölümde yer alan Santroni, Ege Masalı, Sular, Gümüş Kayık ve Likavitos adlı öyküler gerçeküstü öğeler taşıyor. Öyküden çok masal tanımına yaklaşıyor. Dahası ilias Venezis de bir öyküsünü masal olarak nitelemiş. Bu nedenle yapıtta böyle bir bölümleme ve adlandırma gereksinimi duymuş olmalı.

Bölümün ilk öyküsü Santorini, küçük yoksul bir odada iki sevgilinin düşsel öyküsü. Oda bir anda bir kayık olur. Fırtınalı bir havada, iki sevgili büyülü Santorini adasına gidip sevişirler. Yıldızlar ve yunuslar fırtınalı denizde sevgilileri korur. Düşün adasına gidip sevişirler. Yıldızlar ve yunuslar fırtınalı denizde sevgilileri korur. Düşün sonunda yine aynı yoksul odadırlar. Ege Masalı, adada ıssız fundalık yamaçta tek başlarına yaşayan, doğuştan kör bir çocukla annenin öyküsü. Annenin çocuğuna mekan ve kalabalık kavramla-rını anlatabilme çabaları. Çocuğun, işittiği sayısız seslerden, sayısız varlıkların şekillerini öğrenme merakı, görebilme isteği. Çocuğun bir sirkte yılanla gösteri yapmasının başarılı bir anlatımı. Sular, oyuncak gemisini yüzdürürken ayağı kayıp, suya düşerek boğulan küçük çocuğun öyküsü. Gümüş Kayık adlı öyküde, gümüşün yer altından insanlara ulaşıp paraya dönüşmesinin serüvenini işliyor yazar. Yapıtın son öyküsü Likavitos’ta dağa tırmanan kızın ağaçta konuşması ve ağaca dönüşmesinin düşsel bir anlatımını görüyoruz.

Yerelden Evrensele

Kimi öykücüklerde, öykü kişileri adsızdır. Okur onları, yazarın çizdiği kimlik içinde, herhangi biri olarak tanır. Öykünün geçtiği yer de öyle, herhangi bir yerdir. İlias Venezis’in öykülerinde ise, çoğunlukla adlandırılmış, belirgin yerel bir coğrafi zeminle karşılaşıyoruz. Öykü kişileri de adlarıyla, dinleriyle o coğrafyadaki ulusun bireyleri olarak karşımıza çıkıyorlar. Böylelikle yazar yapıtlarını yerel ve ulusal kimliğini öne çıkararak evrensele ulaştırıyor.

Eşsiz güzellikteki dağları, denizleriyle doğa, şiirsel bir betimlemeyle yer alır Venezis’in öykülerinde. O, kapalı dar odalar içindeki insanın içsel öykücüsü değil. Doğa içinde, geniş alanlarda devingen bir yaşam içindeki insanın öykücüsü. Öykülerin çoğu, öykü sınırlarını zorlayan çok uzun zaman dilimlerini kapsıyor. Öykü konuları da öyle. Kimi öyküle-rinde, her biri ayrı bir öykü konusu olabilecek, birden çok olay örgüsü var. Büyü, tansık, kader, dinsel motifler Venezis’in öykülerinde sıkça rastladığımız kavramlar.

İlias Venizs savaşı, savaş acılarını yaşamış, tutsaklığı tatmış, savaşın aldığı oğulları, eşleri tanımış bir yazar. Onun için öykü kişilerin çoğu, savaşta bir yakınını, bir parçasını yitirmiş insanlar. Bir de deniz var; eşleri, oğulları alıp vermeyen. Yunan halkının yaşadığı acı-lar, bizim yaşadıklarımızın aynısı. Savaşı, savaşın acılarını biz de unutmadık. Bakın ne diyor bizlere Venezis: “Ege’nin doğu kıyısında yaşayanlara bir sözümüz var, eğer efsanelerimizi ve şehitlerimizi unutmamızı istiyorsanız bunu yapamayız. Ama onurlu ve önemli olan baş-ka bir şeyi, kin gütmemeyi başarabiliriz. Tarihimizi yok saymadan, halklarımızın kardeşliğini şöyle sağlayabiliriz. Bir kefeye bütün çektiklerimizi, onca yüz yılın yükünü, acılarımızı ve yurdumuzdan sökülüp atılışımızı koyacağız. Öbür kefeye ise barışa karşı duyduğumu sevgiyi, halklarımızın bir daha savaşa girmemesi ve birbirini yok etmeye kalkışmaması gereğinin bilincini…” Ben de aynı bilinçle uzatıyorum yakın komşum İlias Venezis’e ve halkına. Okuyun Venezis’i. Siz de uzatın komşumuza elinizi ki, bir daha yaşamasın halklarımız böylesi acıları.

 

(Bu yazı Bedrettin Aykın tarafından Türk Dili Dergisi İnternet Sitesi’nde yayınlanmıştır.)

İlias Venezis’in “Ege Hikâyeleri”

İlias Venezis’in “Ege Hikâyeleri”

Ηλίας Βενέζης

İlias Venezis Anadolu kökenli Yunan yazarlarından. Yunan edebiyatının önemli kişilerinden biri. 4 Mart 1904’de Ayvalık’ta doğan Venezis, on bey yaşına kadar bu topraklarda yaşamış. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra, on dokuz yaşındayken Yunanistan’a göçmüş. 1973’de Atina’da ölmüştür. İlk yapıtını 1928’de yazmış ama bu kitap pek yankı uyandırmamış. Venezis’e asıl ününü 1931’de yazdığı, büyük ilgiyle karşılanıp, yabancı dillere de çevrilmiş olan önemli çalışması, “31328 Numara” adlı otobiyografik yapıtı sağlamıştır. İlias Venezis”in bu kitabı, Türk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra tutsak olarak geçirdiği yaklaşık bir buçuk yılın öyküsüdür. 31328, tutsaklığı sırasında kendisine verilen numaradır. Venezis’in Dinginlik (1946), Eolya Toprağı (1943), Rüzgarlar (1944) adlı romanları; Ege (1941), Savaş Saati (1946) adlı öyküleri ve Küçük Asya, Selam adlı deneme yapıtları bulunuyor. Özgün adı “Ege” olan yapıt, Üner Eyuboğlu tarafından Elence’den dilimize “Ege Hikayeleri” olarak çevrilmiş.

Karşıyakalı bir Sait Faik

Venezis’in bu yapıtında ilk bakışta göze çarpan özellik, Sait Faik’in öyküleriyle yakın akrabalığı, benzerliği. İkisi de öykü konularını genelde deniz insanlarının, balıkçıların yaşamlarından alırlar. Sıradan, yoksul insanların yaşam savaşı, ayrıntılarıyla ve yalın, şiirsel bir dille anlatılır. Deniz ve doğa her ikisinin de öykülerinin ana kaynağıdır. Venezis’in öykü kişilerinin çoğunun Anadolu kökenli göçmenler oluşu, onu bu vakaya, bizlere daha da yaklaştırıyor.

Savaş sonrası çizilen yeni sınırların yarattığı ayrılıklar ve insanların köklerini doğup büyüdükleri topraklardan söküp atan, sevdiklerinden ayıran “mübadele”nin acı tanıklıkları kaçınılmaz olarak Venezis’in öykülerinin başlıca konularını oluşturuyor. Umutsuzluk, özlem ve hüzün bu öykülerde belirgin bir şekilde öne çıkıyor.

Dünya Temaları

Ege Hikayeleri iki bölüme ayrılmış. “Dünya Temaları” adını taşıyan ilk bölüm Lios, Martılar, Akif, Uğultu, Bir kuş, Başka Yol Yok, Fteri’nin İnsanları Tsio’nun Kayığı adlarını taşıyan sekiz bölümden oluşuyor. Bunların hepsi de gerçekçi öyküler. Yazar bu ne-denle “Dünya Temaları” adını vermiş olmalı bu bölüme.

Yapıtın ilk öyküsü Lios. Midilli’nin kıyı kasabası Termi yakınlarında denizde balık kalmamış, balıkçıların yaşamı güçleşmiştir. Ayvalık açıklarındaki çıplak Lios adası önlerinde yasak sularda balık boldur. Tek kollu, “Yarasa” lakaplı genç balıkçının Lios’a balığa gidip yakalanması ve salıverilmesini anlatan öyküsünde, iki ulus arasında yaşananlar; savaş ve “mübadele” acılarının insancıl düşünceleri yok edemediğini vurguluyor Venezis.

Martılar nefis bir yalnızlık ve yaşlılık öyküsü. Midilli’nin kuzeyindeki ıssız adanın tek sakini, fener bekçisi Dimitris Amca’nın öyküsü bu. Anadolu bozgununda iki oğul yitirmiştir yaşlı Dimitris. Ayda bir maaşını alıp tuz, yağ ve kuru yiyecek gereksinimlerini gidermek için karşı kara parçasına gidip döner. Zamanla insanlardan uzaklaşan Dimitris, iki martı yavrusunu büyütüp evcilleştirmiş; onlara oğullarının adlarını vermiştir. Sabahları salınan martılar, akşam Dimitris’e dönmektedir. Ama son gidişlerinde geri dönmezler. Oğullarının dönüşünü bekler gibi, martılarını bekler ihtiyar. Ama bir gün martılarının vurulduğunu öğrenir. Artık bekleyecek hiçbir şey kalmamıştır yaşamında Dimitris için.

Akif adlı öykü, Midilli adasındaki Yera körfezinde doğmuş, ataları yüzlerce yıl önce Anadolu’nun uzak bir köşesinden buraya gelmiş olan Akif’in öyküsü. Önceleri kaçak tütün ticareti yapan Hıristiyanların yanında çalışmış olan dürüst, korkusuz, mert bir insandır Akif. Evlenince tütün işinden ayrılıp Yera’da tarla bekçisi olur. Tıkanan su kaynağını açmaya uğraşırken, delikten kocaman bir yılan çıkar. Bu yılan ve onunla mücadelesi Akif’in yaşamını altüst eder. Bir buçuk yıl yatakta yatar. Kimseyle, karısıyla bile konuşmaz. Karısı sonunda onu bir başkasıyla aldatıp evden kaçar. Yaşamına bir Hıristiyan kadın girer. Oğlu büyümüş, mübadele başlamıştır. Bir Hıristiyan kızı seven oğlu vaftiz olup o kızla evlenir, orada kalır. Akif gidenlerle gemidedir. Hareketten önce gemiye bir motor yanaşır. Bir subayla bir sivil gemiye çıkar. Akif’i alıp Yera’ya geri götürürler. Hangi toprakların Türklere ait olduğunu göstermesi gerekmektedir. Gemi Türkleri götürür. Akif Yera’da kalır. Öykünün sonunda yine baştaki yılan öyküsü yinelenir yeni bir yılanla. Ama bu kez yılan öldürülmemiştir. Su yolu yine tıkalıdır ama bu kez yılan değil ağaç dalları tıkamıştır. Akif adlı bu öykü gerçekçi bir zemin üzerine kurulmuş olsa da; yılanla ilgili bölümlerde, yaşanılan korkulu anların anlatımında yazar gerçeküstücü bir söylem kullanmıştır.

Uğultu adlı öyküsünde ölümü bekleyen yaşlı bir kadını anlatıyor Venezis. Tigani adlı balıkçı köyünün gerisinde, kayalık tepenin üzerindeki küçük manastırın bitişiğinde küçük kulübede ölüm döşeğinde bir kadın. Yatağın baş ucunda birkaç kişi toplanmış. Kadın bir haftadır sonsuz dinlenceye kavuşmayı bekliyor. Bu bekleyiş içinde, uzak bir geçmişte kalan yaşamını gözden geçiriyor. Sonra son nefesini veriyor, geride bıraktığı hayat gibi sakin sessiz.

Bir kuş, kafesini kanıksayıp, kendisine verilen özgürlüğü yadsıyan bir kuşun öyküsü. Çocukken ağla saka kuşları yakalayan kızını görmeye giden anne ona armağan olarak bir saka kuşu götürür. Ama çocukluk çok uzaklarda kalmıştır. Kızı bu armağana sevinmez. Kuşlar özgür olmalıdır. Sabahleyin erkenden kafesi terasa çıkararak kapısını açar. Öğleyin gelip baktığında, kuşun kafesinde olduğunu görür.

Başka Yol Yok adlı öyküde, iki küçük fahişe kızın başarısız kaçış, kurtuluş denemesi anlatılıyor. Yaşlı denizci Stamatis Amcanın kayığı Napoli’ye doğru, Midilli’nin üç mil kadar uzağındaki sahil kasabasına yol almaktadır. Kayığın yolcusu sarı saçlı bir kızla bir delikanlıdır. Yaşam boyu süreceğine inandıkları bir mutluluk içindedirler. Sahile çıktıkları yerde, kamışlar arasında dört
hüzünlü göz onları izlemektedir. Onlar genelevden kaçan “kutsal emekçi” iki küçük kızın gözleridir. Stamatis amcanın kayığı ansızın onlar için bur kurtuluş umudu olur. Yaşlı denici onları gezdirmeyi kabul eder. Dönüş zamanı geldiğinde, amaçlarının karşı sahile geçmek olduğunu söyleyen Maria’ya küçük kız engel olur. Dönmekten başka yolları yoktur.

Fteri’nin İnsanları’nda, yaşlı dağcı Timi’nin kılavuzluğunda tırmanışı öykülüyor Venezis. Savaştan önce tırmanmayı bırakmış, kılavuzluğu oğluna devretmiştir Timi. Ama savaş oğlunu almış, dağların ötesinde öldürülmüştür. İşgal sırasında zirveye çıkmak isteyen dağcı olmadığından, savaş boyunca tırmanmamıştır. Şimdi dağcılar geldiğinden, o da yeniden dağlara dönmüştür. Patikayı, kılavuzluğu bir başkasına öğretip devredene kadar tırmanmayı sürdürmesi gerekmektedir. Ömrü burada bu yollarda geçmiştir. Yol boyunca bütün ağaçları tek tek bilir. Hiçbir ağaç bir başkasına benzemez. Ağaçlar atlar gibidir… Mola verecekleri Mavriki köyüne yaklaşmaktadır kafile. Kara köknarlar arasında bir köy Mavriki. Kışın kar altında kalır. O kadar çok kar yağar ki, kimse barınamaz köyde. Bu nedenle soğuklar başlayınca Mavriki’de yaşayan herkes ovaya iner. Ama yaşlı Timi yine de köyde birilerinin olabileceğini düşünür. Köye ulaştıklarında, bir tek evin bacasından çıkan dumanlar, onun yanılmadığını gösterir. Yaşlı Kali belki otuz, belki kırk yıldır Timi’nin dönüşü beklemektedir orada.

Tisio’nun Kayığı, bütün üyeleri denizci olan bir ailenin, denizle hiç ilgilenmeyen, deniz kıyısına bile inmeyen küçük çocuğu Tisio’nun öyküsü. Onun denizci olmayacağı anlaşılır Ünlü bir duvarcı ustası olur Tisio. Duvar ördüğü bir gün, denize baktığı sırada iskeleden düşerek ayağı kırılır. Artık duvarcılık yapamayacağı için, küçük bir dükkan açar. Savaş çıkmıştır. Parasını bir şeye bağlamak düşüncesiyle bir kayık yaptırır. Deniz kıyısında yapılan bir kayığa Almanların el koyacağı düşünülerek, denizden uzak bir yerde yaptırılan, denize hiç inememiş olan bir kayıktır bu.

Rüya Temaları

Yapıtın ikinci bölümünü “Rüya Temaları” olarak adlandırmış yazar. Bu bölümde yer alan Santroni, Ege Masalı, Sular, Gümüş Kayık ve Likavitos adlı öyküler gerçeküstü öğeler taşıyor. Öyküden çok masal tanımına yaklaşıyor. Dahası ilias Venezis de bir öyküsünü masal olarak nitelemiş. Bu nedenle yapıtta böyle bir bölümleme ve adlandırma gereksinimi duymuş olmalı.

Bölümün ilk öyküsü Santorini, küçük yoksul bir odada iki sevgilinin düşsel öyküsü. Oda bir anda bir kayık olur. Fırtınalı bir havada, iki sevgili büyülü Santorini adasına gidip sevişirler. Yıldızlar ve yunuslar fırtınalı denizde sevgilileri korur. Düşün adasına gidip sevişirler. Yıldızlar ve yunuslar fırtınalı denizde sevgilileri korur. Düşün sonunda yine aynı yoksul odadırlar. Ege Masalı, adada ıssız fundalık yamaçta tek başlarına yaşayan, doğuştan kör bir çocukla annenin öyküsü. Annenin çocuğuna mekan ve kalabalık kavramla-rını anlatabilme çabaları. Çocuğun, işittiği sayısız seslerden, sayısız varlıkların şekillerini öğrenme merakı, görebilme isteği. Çocuğun bir sirkte yılanla gösteri yapmasının başarılı bir anlatımı. Sular, oyuncak gemisini yüzdürürken ayağı kayıp, suya düşerek boğulan küçük çocuğun öyküsü. Gümüş Kayık adlı öyküde, gümüşün yer altından insanlara ulaşıp paraya dönüşmesinin serüvenini işliyor yazar. Yapıtın son öyküsü Likavitos’ta dağa tırmanan kızın ağaçta konuşması ve ağaca dönüşmesinin düşsel bir anlatımını görüyoruz.

Yerelden Evrensele

Kimi öykücüklerde, öykü kişileri adsızdır. Okur onları, yazarın çizdiği kimlik içinde, herhangi biri olarak tanır. Öykünün geçtiği yer de öyle, herhangi bir yerdir. İlias Venezis’in öykülerinde ise, çoğunlukla adlandırılmış, belirgin yerel bir coğrafi zeminle karşılaşıyoruz. Öykü kişileri de adlarıyla, dinleriyle o coğrafyadaki ulusun bireyleri olarak karşımıza çıkıyorlar. Böylelikle yazar yapıtlarını yerel ve ulusal kimliğini öne çıkararak evrensele ulaştırıyor.

Eşsiz güzellikteki dağları, denizleriyle doğa, şiirsel bir betimlemeyle yer alır Venezis’in öykülerinde. O, kapalı dar odalar içindeki insanın içsel öykücüsü değil. Doğa içinde, geniş alanlarda devingen bir yaşam içindeki insanın öykücüsü. Öykülerin çoğu, öykü sınırlarını zorlayan çok uzun zaman dilimlerini kapsıyor. Öykü konuları da öyle. Kimi öyküle-rinde, her biri ayrı bir öykü konusu olabilecek, birden çok olay örgüsü var. Büyü, tansık, kader, dinsel motifler Venezis’in öykülerinde sıkça rastladığımız kavramlar.

İlias Venizs savaşı, savaş acılarını yaşamış, tutsaklığı tatmış, savaşın aldığı oğulları, eşleri tanımış bir yazar. Onun için öykü kişilerin çoğu, savaşta bir yakınını, bir parçasını yitirmiş insanlar. Bir de deniz var; eşleri, oğulları alıp vermeyen. Yunan halkının yaşadığı acı-lar, bizim yaşadıklarımızın aynısı. Savaşı, savaşın acılarını biz de unutmadık. Bakın ne diyor bizlere Venezis: “Ege’nin doğu kıyısında yaşayanlara bir sözümüz var, eğer efsanelerimizi ve şehitlerimizi unutmamızı istiyorsanız bunu yapamayız. Ama onurlu ve önemli olan baş-ka bir şeyi, kin gütmemeyi başarabiliriz. Tarihimizi yok saymadan, halklarımızın kardeşliğini şöyle sağlayabiliriz. Bir kefeye bütün çektiklerimizi, onca yüz yılın yükünü, acılarımızı ve yurdumuzdan sökülüp atılışımızı koyacağız. Öbür kefeye ise barışa karşı duyduğumu sevgiyi, halklarımızın bir daha savaşa girmemesi ve birbirini yok etmeye kalkışmaması gereğinin bilincini…” Ben de aynı bilinçle uzatıyorum yakın komşum İlias Venezis’e ve halkına. Okuyun Venezis’i. Siz de uzatın komşumuza elinizi ki, bir daha yaşamasın halklarımız böylesi acıları.

 

(Bu yazı Bedrettin Aykın tarafından Türk Dili Dergisi İnternet Sitesi’nde yayınlanmıştır.)