hasan tarafından yazılmış tüm yazılar

Neo-Liberalizmin Ayvalık’a gözü dönmüş saldırısı

Gözü dönmüş kapitalizm Ayvalık’ta da gemi azıya aldı. Yağma ve talan ayyuka çıktı.

Edip Uğur Balıkesir Bükükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde “Ayvalık için elimizi çabuk tutacağız” demişti.

Evet ilk ve en önemli icraatlardan birisi Ayvalıklıların el emeği göz nuruyla yapılan

, okul çocuklarının cep harçlıklarıyla destek oldukları Devlet Hastanesi, Ayvalık Halkı’nın elinden alındı. Bunun yerine Deveboğazı Mevkii’nde bir beton yığını yapıldı.

El koydukları eski hastane yalnızca denize nazır eşsiz konumuyla birçok uluslararası tekelin iştahını açıyordu. Şimdi buraya yalnıza kendilerinin girip çıkacağı bir otel, tesis vs. yapacaklar. Lütfederlerse Ayvalıklı birkaç gence de asgari ücretten iş bile verecekler, o da belki 🙂

Unutmayalım eski hastanenin yalnızca arsa fiyatıyla 10 adet tam teşekküllü hastane kurulabilir.

Yeni hastane ise kurulduğu konumu gereği çevresinde bir rant halkası yaratmaya başladı bile. Bu civardaki son zamanlarda ne tür emlak satışlarının olduğunu da birileri söylese de öğrensek 🙂

Ayvalık doğal bir limandır. Özellikle İstanbul ve çevresinde marinalar çok pahalıdır. Bu nedenle büyük zenginler yatlarını Ayvalık ve civarında demirlemek istiyorlar. Özellikle KOÇ Holding bu işe yatırım yapmaktadır. “Yatırım” derken yanlış anlamayın, liman falan yapmıyor, kamu tarafından yani bizim cebimizden çıkan paralarla yapılan limanlara, rıhtımlara el koyuyor ve bunları işletiyor.

Bunların en bilineni Ayvalık Marina.

Ayvalık Marina Mendireği sarımsak taşından yapılmıştı. Yani dünyanın en “değerli” mendireğidir bu. Bu uygulamadan sonra Sarımsaklı’da sarımsak taşı çıkarımı durdurulmuştu 🙂

Ayvalık Marina yapıldıktan sonra yaklaşık 5 yıl boş tutuldu. Daha sonra 29 yıllığına SETUR(KOÇ Holding)a kiralandı. Kira bedeli aylık lüks bir daire kirasını aşmıyor. Ama buraya demirleyen 200’ü aşkın teknenin her birinden ayda en az 200 evro kira alınıyor. Yani ayda 40 bin evro yani yılda 500 bin evro !!!

Halbuki Marina yapılırken Ayvalık’taki balıkçılar ve küçük tekne sahiplerinin öncelikle yararlanacakları iddia edilmişti. Bunların hepsinin yalan olduğu ortaya çıktı. Ayrıca çalışan insan sayısı 10 kişi bile değil, yani kimsenin ekmek kapısı falan olmadı marina.

Ayvalık Belediyesi aldığı yaayvalikdevleteskinlış kararlarla, (Ali Güreli, Ahmet Tüfekçi, Hasan Bülent Türközen) KOÇ Holdingin buraya “büfe” ruhsatıyla MİGROS, “balıkçılara mazot pompası” denilerek benzin istasyonu açmasına (şehrin tam göbeğinde) göz yumdu.

Artık Ayvalık Marina bizler için bir yasak bölge.
ayvalikdevlehastyeniayvalikmarina

İstanbul’da 5 gün

 

İstanbul’a neden gittim ?

İstanbul’la ilgili bir muhabbet açıldığında çevremdeki hemen herkesin “İstanbulbilir” olması beni çok fazla rahatsız ediyordu. Hani bir muhabbet açılır, iş nedeniyle ya da sanatsal, politik bir gerekçeyle bir yeri tarif etmem gerekir, tarif edemem bir türlü; o zaman hemen birileri ortaya çıkıp uzun uzun cümlelerle İstanbul’da benim tarif edemediğim yeri tarif eder ve de benden rol çalar; işte buna çok gıcık oluyordum.

Çocukluğumda seyrettiğim eski Türk filmlerini düşünüyordum: Çamlıca neresi ? Yeni Cami’de neden güvercin besleniyor? Üç arkadaş’ın limonata sattıkları yer neresi? Türkan Şoray’ın hanımefendilik icra ettiği köşk nerede? Paşababalar nerede oturur? Ulubatlı Hasan’ın suru neresidir? Galata denilen yerde bir saray bir kule bir de köprü mü var ve tabii bir de futbol takımı ve lise?

Ayrıca küçükken köyde dinlediğimiz radyoda başımıza kakılan radyo reklamları ve radyo tiyatrolarında adı çokça geçen : Pangaltı, Tünel, Şaşkın Bakkal, Yüksekkaldırım, Cibali, Samatya, Büyükada, Bahariye neresiydi?

Mesela benim de “taaa Şişli’den Karaköy’e kadar yürüdüm

” cümlesindeki mesafe şeysini kavrama şansım olacak mıydı? 

Karşı” olarak nitelenen yer eğer Anadolu Yakası’ysa Haliç’in Karaköy tarafına neden “Pera” deniliyordu? Bir yerin birden fazla “karşısı” nasıl olabiliyordu.

Ayrıca hemen hiçbir İstanbulbilir iki nokta arasındaki en kestirme ulaşım konusunda anlaşamıyordu?

Jules Verne’nin romanı doğru muydu? Avrupa yakasına geçmek için bazen Karadeniz’in etrafında bir tur atmak daha mı mantıklıydı?

Medyatik ve informatik dünyanın sürekli burnumuza soktuğu bu bilinmezlikler şehrine bir keşif gezisi yapmak artık elzem olmuştu.

Yaşamımda okul gezilerini sırasında gittiğimiz birkaç yeri saymazsam bir yere gezmek maksadıyla hiç gitmemiştim. Kısmet bugüneymiş 🙂 50 yaşıma az kala 🙂

İstanbul’a daha önce çeşitli vesilelerle gitmiştim. Ya siyasi faaliyetler ya da iş icabı gitmiştim. En uzun kalışım da 9 günlük bir “meslek içi eğitim kursu”ydu.

Asya Yakası’nı bir ölçüde gezmiştim. Avrupa Yakası’nı ise pek bilmiyordum. 5 günlük bir İstanbul – Tarihi Yarımada seferi yapmaya karar verdim.

İlk hazırlıklar

Efenim parasal konusunda sevgili ablam Serap gerekli harcamaları karşılamayı kabul etti. Kendisine bir kez daha teşekkür ederim.

Sırt çantası:

Çamaşırlar

buy-levitra-usa.com

, bir şişe su, ip, çakı, kibrit, aspririn, el feneri, pusula vs den oluşan gerekli eşyalar yerleştirildi.

Ayrıca Ayvalık kültür müdürlüğünden aldığım İstanbul şehir rehberi ni de yanıma aldım.

Rehberdeki basit harita, pusula ve askerliği “topçu ateş idarecisi” olarak yapmış olmam sebebiyle hiç bir yeri kaybetmeden 5 gün boyunca dolaştım.

Bir defaya mahsus bir Akbil satıcısına karşı tepede bize bakan Süleymaniye Camii’ni gösterip “Süleymaniye Camii’ne nasıl gidebilirim?” diye sorma hatasında bulundum. Adam “o isimde bir yer bilmiyorum” dedi.

İstanbul Neresidir :

Türkiye’nin en kalabalık şehri. Ayvalık’ın 500 katı falan.

İstanbul nerededir :ayasofya

Ayvalık’ın kuzeyinde 500 kilometre. Deniz kenarındadır.

İstanbul’un tarihçesi :

Ayvalık’tan biraz yaşlı. Eski başkent vs.

İstanbul’a gidiş yolları:

Ayvalık’tan İstanbul’a tek yol otobüs. Bir zamanlar tekneyle 2 gün süren ve Karaköy’de sona eren yolculuklardan farklı olarak Ayvalık Otogar’ından otobüse biniyorsunuz İstanbul – Esenler Otogarında iniyorsunuz. 9 saat sürüyor. Yalova‘da yolu kısaltmak için yarım saatliğine feribota biniliyor.

1. Gün

Güzel bir nisan sabahında İstanbul’a vardım. Esenler’de indim. Metro’ya binip Aksaray’a gitmem gerekliydi. İstanbulkart’ım yoktu. Bu nedenle “jetonmatik”ten 3 liralık 2 adet jeton aldım. Metroya bindim. Aksaray’a gittim. Hava aydınlanmıştı. Üstgeçidi geçtim. Cerrah Paşa Camii’nin biraz yakınındaki misafirhaneye vardım.

Eşyalarımı misafirhanede bıraktım. Misafirhanenin hemen yanında bir kitapçı dikkatimi çekti. Yalnızca Rusça kitaplar satıyordu. Civardaki Rus fahişeler için !

Akşamcı müşteriler için olacak ortalık çorbacı doluydu.kapalicarsi

Cerrah Paşa Hastanesine gittim biraz dolaştım. İstanbul’a bu hastaneye 1940 yılında gelip ölen ve ihimalen kimsesizler mezarlığına gömülen Hasan dedemi aradım aslında. Kime sorabilirdim ki? Morga falan baktım. Bir ceset için uzun bir süre 73 yıl !!! Aramaktan vazgeçtim. Kayıt tutmuşlar mıdır acaba? Tek kayıt Sezai Madra’nın mektubu eldeki.

Daha sonra Kumkapı istikametine doğru bir süre yürüdüm. Yapımı devam eden metro inşaatı nedeniyle yol kapanınca yolumu Laleli’ye çevirdim.

Yürüyerek Laleli, Beyazıt ve nihayet Sultan Ahmet’e vardım.

Yerli Halkla İlk Temas

Medeni insanlara benziyorlar. En azından saldırganlıklarını görmedim. Dillerini pek anladığım söylenemez.

Laleli bir ticaret semti. Her türlü küçük ticaret ve anladığım kadarıyla uyuşturucu ve fuhuş işi mevcut. Sokaklarda Türkçe pek duyulmuyor.

Muhteşem güzellikteki Rus kadınları, zenci işportacılar, birkaç çocuklu Araplar, sürekli fotoğraf çeken Japonlar ve nihayet dilleri ve giysilerinden hangi millete mensup olduklarını anlayamadığım insanlar ortada dolaşıyorlardı.sametmozaik

Hepsinin hallerinden İstanbul borsasından sonra en önemli işlerin buralarda döndüğünü anlayabilirdiniz.

Yanıma incik-boncuk getirmediğime üzüldüm, muhakkak bişeyler kazanırdım.

Sultan Ahmet

Bizans’ın At Meydanı’nı Latin İstilası’nı anlatan bir kitapta okumuştum. Etrafta bir takım nesneler kitapta anlatıdığı yerde 800 yıldır durmaya devam ediyorlardı. Çapulcular etrafı toparlamadan alel acele çekip gitmişlerdi sanki.

Bu defa meydanın istilacıları turistlerdi. Meydandaki Bronz atları söküp Roma’daki Collesium’a taşıyan öncülerinden farklı olarak fotoğraf çekme derdindeydiler. Tablet bilgisayarlar “beni bir çekermisiniz” ricasını gereksiz kılıyordu.

Etraftaki kebapçıların önlerinde döner, kebap yiyorlar bira içiyorlardı. Ortalık bahar ve et kokuyordu.

Yürürken hanutçular hemen her dilde bana sesleniyorlardı. Ben de cevaben “yok bilader istemem, şimdi yedim, perhizdeyim, şekerim var” türü cevaplar veriyordum.

kadesBen turislerin Aya Sofya ve Sultan Ahmet’in daha iyi fotoğraf çekmeleri için hazırlanan yükselti üzerinde etrafı seyrediyordum. Yan tarafımda bir genç oturmuş aşağılayıcı gözlerle turistleri izliyordu. Daha ötedi bir çift güzel Rus kadını bankta dinleniyordu. İstanbul bimemne Ticaret Lisesi İngilizce Öğretmeni ilginç bir ödev vermişti o hafta. On sorudan oluşan bir anketi video kaydı da yaparak İngilizce bilen turistlere yönelteceklerdi. Turistler yeterince verimkar olmayınca bana sulandılar. “Abi sen İngilizce olarak şu soruları cevapla sevabına” dediler. İlk soru “İstanbul’a nasıl geldiniz” türünden (yani bunun İngilizcesi)’di. Çocuklara yardımcı olamadım. Ama İngilizce öğretmeninin bu videoları seyredip çok eğlendiğinden eminim.

Meydanda bir tur attıktan sonra Samet”le buluştuk.

Bu defa Gülhane Parkı’na doğru devam ettik. (“Ceviz Ağacı” esprisi beklemeyin ama Hattı Hümayun yoktu)

Parkta İstanbul Arkeoloji Müzesine girdik. Müzekart’a 30’ar lira verdik. Müzeyi gezdik. Ankara’daki “Anadolu Medeniyetleri Müzesi”ne göre çok fakir buldum. Olsa olsa o müzenin bir parçası olarak görülebilirdi. Yine de Truva’ya ilişikin bulgular, Kadeş Anlaşması ve tabii İskender lahitleri muhteşemdi.

Çinili Köşk’e girip bu defa da pek ilgimiz olmasa da çinilere bir göz attık.

Samet banyosu için model beğendi.

Çıkışta Çemberlitaş’a gittik. Türk Ocağı denen yerde çay içtik.

Türkocağı’nın önü mezarlık. Samet beni buraya sokarken ürktüm açıkçası. “Sanırım bunlar hesaba itiraz edenler” filan dedim. Ama mezarlardan birisinin Ziya Gökalp’e ait olduğunu görünce rahatladım, arada vezirler, nazırlar, paşalar da vardı.

Paşa mezarlarını seyrederek, sağlam çaylarımızı içtik. Çay 1 lira. Yani ucuz.

Duvarda “Türkocağı’nda hal ve hareketlerinize dikkat ediniz” yazısı vardı.

Bu defa İstanbulkart aldım. Tramvayla Misafirhaneye gittim.

2. Gün

Erkenden kalktım. Tramvayla Beyazıt’a gittim.

Anlaşıldı bu Beyazıt meselesi. Enver Paşa’nın hayatını okumuştum. Şevket Süreyya Aydemir’den. Şimdi şu kapının altından beyaz atıyla süzülüşü olabilirdi.

Çarşı-pazarkizkulesi

Sahaflar Çarşısı’na girdim. Bir tek sahaf kalmış “12 Numara” o da sıkılmış bu işten genç birisi. Diğerleri ders kitabı falan satıyor.

Ortalıkta abuk sabuk eşyalar satan ve Beyazıt Meydanı’nı 100 yıl öncesine benzeten bir gürüh vardı. Fakat sattıkları şeyler süs eşyası, peştemal falan değil, USB kablosu, şarj adaptörü gibi şeylerdi.

Oradan Kapalıçarşı’ya girdim. Benim tarzım değil. Yanımda bir kadın olsaydı (ve tabii bende para olsaydı) akşama kadar oradan çıkamayabilirdik. Öyle olmadı 1 saatlik bir keşif gezisiyle buranın tekrar sarnıç yapılmasının daha iyi olacağına kanaat getirerek oradan ayrıldım.

Mahmutpaşa’ya geçtim. Güzel yer, iyi esnaf fakat bana bişey satamadılar. Mevsim sonuydu ve benim beğendiğim trençkot maalesef 110 liraydı. 30 liraya indirecek hali yoktu ya.misircarsisi

Yalnız o “adsız tezgahtar” heykeline bir anlam veremedim. Elinde bir top kumaş tutan heykel değişik bir şey.

En son Mısırçarsı’nın bir ucundan girip diğer ucundan çıktım. Böyle baharat kokularına gıcık olurum, Manisa Mesir Macunu’nu da o yüzden pek sevmem. Ayağıma mesir macunu bulaşmış gibi dolaştım bir süre.

Eminönü

Eminönü’ne indim. 

Yenicamiye uğradım. Sahiden önünde güvercinler var ama popülasyon çok kalabalık değil. Mesela İzmir Konak’ta daha kalabalıklar.

Sirkeci’yi gezdim. İlkokuldaki kitaplardan birinde bir tranvay resmi vardı siyah beyaz. Tranvayın önünde “Sirkeci” yazıyordu. Bir sır daha bnim için çözülmüş oldu. Çünkü gar binası karşımda duruyordu.

Uzakta haritanın gösterdiği yerde Galata Kulesi duruyordu. Konuyu bilen kimse yokttu gerçekten “gala” (yun. Süt) ile bir alakası var mı diye sorayım.

Yarım-Boğaz

Daha sonra Boğaz turu yapan bir tekneyle Boğaz turu (maalesef yarım tur) attık. Boğaz trafiği nedense soldan. Önce Haliç Köprüsü’nün altından geçip sol taraftan Karadeniz’e doğru gidiyor. Boğaziçi Köprüsü’nün altından geçip, maalesef Fatih Sultan Mehmet köprüsünü usaktan görüp, geri dönüyor sağdan Marmara istikametine geçiyor ve Haliç’e geliyor. Bu tur için 15 tl verdim. Ayıp tam tur yapsanız birşeyiniz mi eksilir???

Tura bir grup Alman ve Almancıyla, Türki cumhuriyetlerden birinden geldiklerini sandığım iki Türki Apaçi katıldı. Apaçiler bir rahat huzur vermedi doğru dürüst foto çekemedim. Ama lodos benden yana döndü. Sert esmeye başlayınca önce Alman ve Almancılar, daha sonra da Orta Asya’nın bu yağız çocukları güverteden toz oldular. Güverte bana kaldı güzel güzel foto çektim. Ama bu defa da ışık tersten geldi. 🙂

Aysa Sofya ve diğerleri

Samet’le bu defa Galata Köprüsü’nde buluştuk. Balıkekmek yedik ve bira içtik. Tekrar Sultan AhP4030046met’e gittik bu defa Aya Sofya ve Sultan Ahmet’i gezdik.

En muhteşem bina (mimari açıdan) elbette Aya Sofya. Tartışmasız. Bin küsür yıldır ayakta. Onca deprem, yıkım ve yağmaya rağmen ayakta. Güzel ve mağrur. Çok etkileyici.

Sultan Ahmet ise zarif ve güzel.

Meydandaki çıkıntılar ise şehrin bibloları en sonunda.

3. Gün

Özgür Yazılım ve Linux Günleri 2013

Linux toplantısına gitmek üzere Aksaray’dan bir minibüsle Eyüp istikametine yola çıktım. Şöför beni Bilgi Üniversitesinin “Santral İstanbul” kampüsünde indirdi. Birkaç toplantıya katıldım. Konferansları dinledim.

Burası İstanbul’un eskiden elektriğini sağladığı yerlerden biriymiş sanırım. Jenaratörler ve borular yerli yerinde duruyorlar.

Linux ve açık kaynak hareketinin bazı ilkeleri işin içine Bilgi Üniversitesi ve bazı firmalar girince zedelenmiş sanırsam. Konferasnların aralarına biraz ticari “workshop”lar serpiştirmişler.

Yine de noSQL ve mongoDB konusunda biraz fikir edindim.

Bilgi Üniversitesi adına konuşan Chris Stephenson (Bilgi Üniversitesi Bilgisayar Bilimleri Bölümü) ise “bilgi patent ve tekel” konularında benim (Çiftçi-Sen’in) takipçisi ve savunucusu olduğumuz meseleleri dile getirince pek sevindim. Fotoğraf makinamın şarjı bitti bir daha foto çekemdim.

4. Günpera

Tramvaydan hiç inmeden bir şehir turu attım.

Karaköy

Daha sonra Karaköy ve Tophane’yi gezdim.

Karaköy tam anlamıyla “yabancı” bir yer. Uzaktan sivri kuleleriyle bir başka yerden kesilip buraya monte edilmiş hissi bırakıyor.

Saray

Galata Köprüsünden Eminönü’ne geçtim Topkapı Sarayı’na gitmezden önce At Meydanı’nı gezdim ve Saraya gittim. Sarayda Samet’le buluştuk. Önce yalnız sonra da Samet’le sarayı gezdik. Harem’de Müzekart geçerli olmadığından 15’er lira vermek zorunda kaldık. Harem’de ilgiye değer birşey bulamadık bu nedenle bu 15 liraya üzüldük.

Topkapı Sarayı yaşanacak yer değil. Olsa olsa hafta sonları arkadaşlarla mangal yapmaya gideceğiniz bir yer olabilir.

Hiçibir padişahın anladığımız anlamda arkadaşı, dostu olmadığından bir mangal partisi yaptıklarını da sanmıyorum. Öyle bir mangal partisi ihtimalen birisinin sırtına saplanan bir şişle filan biterdi.

Sarayın bahçesini beğendim. Çiçekler çok güzel.

Samet Kutsal Emanetler bölümü gezerken espri filan yapmaya kalkıştı müminler bize kötü kötü bakmaya başladılar canımızı zar zor dışarı attık 🙂

Hazineyi beğendim gideri var. Ama ben anlamam işporta tezgahında olsalar da aynı şekilde bakardım bu incik boncuğa 🙂

Sarayda 1989 Bulgar göçmeniyle muhabbet ettim. 1989’dan beri ilk defa gelmiş. Millete devlete hayır dua okudu durdu.

Çok yorgun olarak misafirhaneye döndüm. Saray adamı yoruyor. Bence padişahlar o yüzden sefere gitemeyi yeğliyordur. Bir de dedikodular, gürültü patırdı ne gerek var yahu.

misircarsisieminonu

5. Gün

Sultan Ahmet’e tramvayla gittim. Orada bir tur attıktan sonra harita üzerinde tesbit ettiğim (!) Süleymaniye Camii’ne gittim. Camiyi gezdikten sonra yokuş aşağı Eminönü’ne gittim. Balıkkmek yedim.

İstanbul’da balıkekmek 4,5 tl. Karaköy’deki esnaf lokantasındaki mercimek çorbası ise 5 tl. 5 gün boyunca gayet ekonomik bir gezi yaptım sayılır.

Yürüyerek Karaköy’e gittim. Tünel denilen kısa metroyla İstiklal Caddesi’nin başlangıcına gittim. Orada bulunan Mevlevihane’yi gezdim. Çok etkilendim. İstanbul’da en beğendiğim yer burasıdır diyebilirim. Birkaç kitapçı gezdim. Sipariş edilen birkaç kitabı aldım. Hediye olarak birkaç şey bir de anneme kurukahve 🙂

Daha sonra gezerek aşağı indim. O sırada Galata Kulesine çıkmadığımı fark ettim. Döndüm kuleye çıktım. Asansöre giriş için 6,5 Tl alıyorlar. Yükseklik korkum nedeniyle hemen indim.

Tramvayla Sultan Ahmet’e gittim son bir tur attıktan sonra yürüyerek Misafirhaneye döndüm.

Eşyalarımı topladım. Metroya giitm. Akşam 9 olmuştu. Otogara vardım.

Ayvalık otobüsüne bindim.

“Barışa son veren barış”*

Pax Romana, Roma İmparatorluğu gücü altında sağlanan barışa verilen addı. Nuray Mert’in yerinde bir tesbitiyle “Kürt siyasi hareketi, bugüne gelene kadar çok büyük bedeller ödedi ve unutmayalım ki bu bedelleri yalnız başına ödedi. Bugün ulaştığı noktada ‘tarihsel bir fırsat’ olarak gördüğü kazanımları elinin tersi ile itmesini beklemek, talep etmek yakışıksız ve hakkaniyetsiz olur.”

Oğuzhan Müftüoğlu ise haklı olarak “Daha önce de söylediğimiz gibi devrimciler bugün ortadaki gelişmelerin ne gerisinde durabilirler ne de karşısında.” diyor.

Foti Benlisoy barış sürecinin kendiliğinden bizim “esas” meselemiz olan “sınıflar mücadelesi”ne dönüşün yolunu açmayacağını ifade ediyor.

Solun tümünün bu süreçte devre dışı kaldığını, belki kendi hataları belki de egemenlerin bilinçli politikaları sonucunda devre dışı bırakıldığını görüyoruz.

Öcalan’ın yazdığı (onun yazıp yazmadığı da tartışılıyor) söz konusu metin açıkça emperyal bir vizyonu ve bu vizyon mucibince Kürt ulusal hareketinin buna dahil olması anlamını taşıyor.

Bu haliyle Kürt meselesi barışa kavuşuyor ama Orta Doğu ve  Kafkaslar’da (ve belki fazlasında ) daha büyük ve kanlı bir savaşın temelleri atılıyor. 1.Dünya Savaşı’na dikkatle bakıldığında bölgedeki bölüşümün önce Sovyet daha sonra Çin devrimleriyle yarıda kaldığını

, Batıda 2.Dünya savaşıyla yapılanın bu bölgede tamamlanamadığını görüyoruz.

Eğer AKP “Neo Osmanlıcılık” konusunda yazılıp çizilenlerin yüzde biri kadar bile samimiyse bu bölgesel bir savaş nedenidir. Aslında olaya “AKP’den kurtulmak isteyenler” açısından bakıldığında olumlu bir şekilde bile yaklaşılabilir. Böyle bir savaştan AKP ve zihniyeti yenilgiyle çıkar.

15 Mayıs 1919’da Yunan orduları İzmir’e çıktığında direnmeyen Paşa’ya Divanı Harp bunun nedenini sorar, Paşa şöyle cevap verir: “Ülkeyi bu duruma İttihat ve Terakki getirdi onların pisliğini ben mi temizleyeceğim.”

 

* Barışa Son Veren Barış/David Fromkin

 

14 Mart Tıp Bayramı’nda Ayvalık Devlet Hastanesi peşkeş çekiliyor !!!

aydhAyvalık Devlet Hastanesi tıpkı Ayvalık Verem Savaş Dispanseri gibi Ayvalık Halkı’nın paralarıyla yapılmıştı. Güzel yerler bunlar elbet. Yakın zamanda Ayvalık Kız Meslek Lisesi, Ayvalık Vergi Dairesi boşaltılmıştı. Aldığımız habere göre müşterileri şimdiden hazırmış 🙂 Ayrıca Lise Binası ve Sakarya İlköğrenim okulları da boşaltılarak şehir dışına çıkarılacak ve Koç Holding’e devredilecek. Hastane de keza Koç Holding’e verilecek. Böylece Marina ve çevresinin Koç Holding’e devri süreci, tamamlanmış olacak.

Halkın paralarıyla yapılmış güzel manzaralı, işlevli bu binalar şehir dışına atılarak, birilerinin para kazanması için meydan boşaltılıyor.

Tekelci sermayeye ve uşaklarına sesleniyorum:

Bütün bankalar ve AVM’ler şehir dışına çıkarılmalıdır. Yol yakınken şimdiden yapın.

Çünkü biz devrim yapıp bunları zaten ortadan kaldıracağız.

Kârlarınızı arttırmak için boşuna çaba sarfetmeyin.

O paralar sizi kurtaramayacak.

Sermayenin işbirlikçisi ve uşaklarına sesleniyorum:

Halka

, tabiata ve tarihe karşı suç işlemekten vaz geçin.

 

Bir gerginliğin daha sonuna geldik

Ayvalık’ta son bir hafta gergin geçti. Önce HDK heyeti Barış Süreci’nd ilişkin çalışmalar yapmak üzere Karadeniz’e gitti. Sinop ve Samsun’da yaşanan provakasyonların ardından geziyi iptal etmek zorunda kaldılar. O sırada EMEP Balıkesir örgütü Burhaniye ve Ayvalık’ı da kapsayan bir dizi etkinlik planladılar.  Bu etkinliklere katılmak üzere eksi Genel Başkanları Blok İstanbul  Milletvekili Levet Tüzel’in de katılması düşünülüyordu. Bu durumdan vazife çıkaran bazı siyasi gruplar Ayvalık’ta “BDP’li  MVekilleri geliyor” yaygarası kopardı. “Ayvalık’ın Sinop ve Samsun’dan neyi eksik”  denilerek bir “protesto”ya hazırlanıldı. Bu hazırlık internet üzerinden yaygınlaştırıldı. Bu sırada konuya ilişkin EMEP ve HDK üyeleri gerek kurumları ziyaret ederek

, gerekse basın bildirisi yoluyla eylemin HDK ya da BDP eylemi olmadığını EMEP eylemi olduğunu bildirdiler.mehmet

MHP, CHP ve ADD'yi gezen İP'liler istediklerini bulamadı
MHP, CHP ve ADD’yi gezen İP’liler istediklerini bulamadı

Bunun üzerine İP, protestoyu 28 Şubat günipbildiri26subat2013ü
yaptı, protestoda  bir bildiri yayınlayarak EMEP’e suçlama ve eleştirilerini devam etti.
Son olarak Levent Tüzel’in 1 Mart’taki Ayvalık KESK yöneticileriyle EMEP ilçe başkanının  4+4+4 protestosundan ötürü yargılandığı duruşmaya dayanışma amaçlı geleceği söylentisi vardı. Tüzel bu duruşmaya da katılmadığı gibi, Burhaniye’deki panelin de baskılar nedeniyle iptal edildiği bildirildi.

Devrimciliğin yabancılaştırılması

Geçenlerde yaşlı bir gazeteciyle konuşuyorduk. Kendisini sosyalist olarak görüyor. CHP’ye destek verilmesi gerektiğini düşünüyor. CHP’nin geçmişte yükseliş yaşadığını ve bu yükselişle sosyalist solun önünü açtığını söylüyor. Bu yanlış düşüncelerini kendisinin sığlığına verdim geçtim. Bununla birlikte Koray Çalışkan’ın özellikle son bir yıldır sosyalistleri CHP’ye çağırması üzerine bazı aklı başında insanların da aynı yanılgıyı taşıdıkları hissi uyandı bende. ÖDP içindeki (en) son ayrışmada, Mahmut Memduh Uyan ve arkadaşları; son genel seçimlere ÖDP’nin katılamamasını teknik bir sorun olmadığını, bilerek böyle bir “hata” yapıldığını ve dolaylı olarak CHP’ye destek verildiğini ifade etmişlerdi.

Yine Gökhan Günaydın (Eski ZMO Genel Başkanı) gibi en takdir ettiğim bilim insanlarından birisinin CHP yönetiminde yer alması da bir yere not edilmesi gereken bir durum.

Son dönemde  İdris Küçükömer’in, Düzenin Yabancılaşması adlı kitabına değinerek Taraf Gazetesi

, eski bazı sosyalistler ve hemen tüm islamcı çevreler Türkiye’deki sosyalistlerin toplumu anlayamadıklarını, toplumun değerlerine tümüyle yabancı olduklarını, muhafazakar kesimlerin zannedilenin aksine statüko karşıtı oldukları için, solcu;  ilerici olarak görünenlerinse statüko yanlısı oldukları için sağcı, oldukları söylenir oldu. Bu konuda en çok kalem oynatanlardan birisi de medyatik isimlerden Ruşen Çakır.

Bu güncel tartışmanın arkasında gerek Türkiye gerekse dünya tarihini farklı bilme veya algılama sorunu yatmaktadır. Ya da bugünün siyasi ihtiyaçları için geçmişi “ihtiyaca göre” eğip bükme hokkabazlığı.

Türkiye sol/sosyalist hareketi 1968’de başlamıştır. Bu gerçek kabul edilmelidir. Daha önceki TKP ve TİP (vs)  yapıların bazı tekil katkıları dışında örgütlü, kitlesel ve topluma damga vurucu bir nitelikleri yoktur. Bu nendenle 1968 öncesi sosyalist akımların nitelikleri ile ilgili birşeyler söylemek bugüne ilişkin anlamlı bir sonuç ifade etmez. Olsa olsa Vedat Türkali’nin yazdığı türden bazı romantik kitaplar yazılabilir.

Kitlesel, toplumsal ve tarihe damga vurur anlamda, yani gerçek anlamda sosyalist hareket 1968’de başlamıştır. Bunların en başat olanı THKP-C hareketidir. Bunun da en kitlesel, militan vs. devamcısı da Devrimci Yol siyasi hareketidir. (Burada devrim mücadelesine katkı sunan tüm devrimci hareketleri ihmal etmediğimi, ama güncel tartışmayı daha sade bir zeminde sürdürmek için buna mecbur kaldığımı ifade etmeliyim.)

Şimdi neyi tartışacağız?

Toplumun değerlerini anlayamayanlar, statükocu olan, darbeci olan  THKP-C ve Devrimci Yol mudur? Bu soruya “evet” diye cevap verebilecekler var mıdır?

Kızıldere Katliamı statükoculara karşı mı yapılmıştır? Buna evet diyenin tarihsel çözümleme yeteneği var mıdır?

THKP-C hareketi var olmasaydı Bülent Ecevit solun birikimlerinin “devrimci bir yola” gitmesini engellemek için meydanlara çıkıp “Ak Günlere”, “Ne ezilen ne ezen insanca hakça bir düzen”, “toprak işleyenin su kullananın” türünden sloganlarla %40’a varan bir oy alabilir miydi?

Faşist, gerici örgütlenmeyi, köy,kasaba ve gecekondu mahallelerinde göğüs göğüse mücadeleyle kıran Devrimci Yol siyasi hareketi var olmasaydı, CHP’li hokkabazlar o sokaklarda dolaşıp “sol adına” oy devşirebilirler miydi?

1989 ve sonrasındaki özellikle yerel seçimlerde RP/FP geleneği Karadeniz’deki çalışmalarında Fatsa’yı örnek göstermeleri toplumun hangi değerini kimin nasıl algıladığını daha iyi göstermiyor mu?

Devrimciler toplumun hangi değerlerine yabancıdır? Değer olarak kabul edilen şey nedir? Kölelikse, boyun eğmekse biz öyle bir değer tanımıyoruz. O manada toplumun değerlerine karşıyız. Ama paylaşmak, dayanışmaksa değer dediğiniz biz onların yanındayız.

Bir yandan solu ve sosyalistleri, CHP’li hokkabazlar üzerinden eleştirme, mahkum etme rahatlığı, diğer yandan “solun önünün açılması için” sosyalistleri CHP’ye çağırma salaklığı ?

Bunların ortak bir yönleri varsa Türkiye’de gerçek bir sosyalist hareketin tekrar inşa edilmesinin engellenmesidir sanırım.

 

 

 

 

Ortadoğu devrimci çemberi

Ahmet Davutoğlu, Gazze’de ölen çocuklar için gözyaşı döküyor. Görüntüler Tvlerden bilgisayar ekranlarından akıp gidiyor.

Eğer Davutoğlu 1 Mayıs 77’de

cialis uk

, Kahramanmaraş katliamında, Sivas katliamında, Roboski’de ölenler için aynı tavrı gösterebilseydi döktüğü gözyaşlarına inanabilirdik.

“Küçük Enver” bir misyon adamı olarak gitti Gazze’ye büyük emperyal planların küçük bir parçası olma hayaliyle gitti. Mümkün değil elbet, Enver Paşa trajediydi “Küçük Enver” komedi olacak.

Bir kez daha Arapları, Kürtleri, Türkleri ve her millet ve dinden bütün ortadoğu halklarını bir araya getiren devrimci bir projenin ne kadar anlamlı olduğu görülüyor.

Ortadoğu’da barışı, kardeşliği yaratabilecek devrimci bir proje.

Adı ne olursa olsun bir zamanlar söylendiği gibi “Ortadoğu devrimci çemberi” de olabilir, başka bir şey de.

Bölgede barışı savunmak, küresel kapitalist hegemonyanın sona erdirilmesiyle mümkün.