NatoKafa- (να το κεφαλι να το ηουκλεαρ)

Ayvalık Yuva Derneği üyeleri ve “piknik tüpleri “ Türkiye’de yapılması planlanan nükleer santralleri protesto etmek amacıyla Ayvalık Cumhuriyet Meydanı’nda bir eylem gerçekleştirdi. Eylemci “piknik tüpleri”, üzerinde “Na to Kafa, Na to Nükleer” yazan ve Başbakan Tayyip Erdoğan’ın karikatürü bulunan dövizler taşıdı.

Japonya’da meydana gelen nükleer felaket, bir kez daha bu teknolojinin bütün gezegeni ve insanlığı tehdit edecek büyüklükte bir risk içerdiğini gösterdi. Buna rağmen geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan, Rusya’ya giderek milyarlarca dolar karşılığı bütün Türkiye halkının hayatını riske atacak bir nükleer santral yapımı için söz verdi. Üstelik bu riski evlerimizde kullandığımız tüplerin riskiyle karşılaştırarak.

Bilimsel raporlar, Avrupa, Türkiye ve Kuzey Afrika’da yapılacak yatırımlarla bu bölgenin bütün elektrik ihtiyacının 2050 yılına kadar sadece rüzgar ve güneş enerjisiyle ve enerjinin etkin kullanımı karşılanabileceğini gösteriyor(1). Bu, iklim değişikliğinin etkilerini sınırlandırdığı gibi

generic levitra

, nükleer santralleri de tamamen gereksiz kılıyor.

Yuva Derneği adına konuşan Özgür Öztürk şunları söyledi: “Türkiye halkı ülkesinde bir nükleer santralle yaşamak istemiyor. Aynen İtalya ve Yunanistan halkları gibi. Buna rağmen her on yılda bir bu konu tekrar tekrar gündeme getiriliyor. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül, aynen Irak’a asker gönderme tezkeresinde olduğu gibi bu konuda da, “halka rağmen-halkın canı pahasına” politikalarını sürdürüyorlar. Hükümeti İtalya ve Yunanistan’da olduğu gibi Türkiye’de de nükleer santrallerin yapılmasının sonsuza kadar yasaklanması için halk oylamasına gitmeye çağırıyoruz.”(2)

(1)http://www.pwc.co.uk/eng/publications/100_percent_renewable_electricity.html

(2)İtalya ve Yunanistan daha önce nükleer santral yapımını referandumla yasaklamıştı. Halen bu ülkelerde nükleer santral bulunmuyor.

(3)Yuva Derneği 2010 yılında Ayvalık’ta kuruldu. Yuva Derneği’nin amacı, Dünya gezegenindeki yaşamı bütün çeşitliliğiyle koruma çalışmalarına katkıda bulunmak ve doğayla uyumlu bir yaşamı savunmaktır.

Hossam El-Hamalawy: Mısır devrimi on yıldır oluşmaktaydı

 

 

 

 

Hüsnü Mübarek’in korku duvarı, insanlar başkalarının da arzularını paylaştıklarını görebildikleri zaman çökmeye başladı.

 

1990’larda birileri Hüsnü Mübarek’in ismini sadece fısıldayabilirdi. Telefon konuşmalarında politik konuşmalardan veya şakalardan kaçınılırdı. Bu yıl milyonlarca Mısırlı yaşlanan tiranlarına karşı 18 gün boyunca mücadele etti, kendilerine gaz bombası atan, plastik ve gerçek mermi sıkan polis güçlerine göğüs gerdi. Mısır’daki insanlar korku duygularını kaybettiler, ancak bu bir gecede gerçekleşmedi. Mısır devrimi, 25 Ocak 2011’de olup bitmekten ziyade, geçtiğimiz on yıl boyunca mayalanan bir sürecinin sonucudur –2000 yılı sonbaharında Filistin intifadası ile dayanışma amacıyla yapılan protestoların zincirleme reaksiyonu.

 

Mübarek’in demir yumruk yönetimi ve 1990’larda yönetim ile İslamcı militanlar arasındaki kirli savaşın patlak vermesi, sokaktaki muhalefetin ölümüne yol açtı. Kamusal toplantılar ve sokak protestoları yasaklandı ve gerçekleşmeleri halinde şiddetle karşılaştı. Grevcilere karşı gerçek mermiler kullanıldı. Sendikalar hükümet kontrolüne girdi.

 

Ancak Eylül 2000’de Filistin intifadasının patlak vermesinin ardından on binlerce Mısırlı protesto için –muhtemelen 1977’den beri ilk kez- sokaklara çıktı. Bu göstericiler Filistinlilerle dayanışma içinde olmalarına rağmen kısa sürede rejim karşıtı bir boyut kazandılar ve barışçıl protestolasrı bastırmak için polis ortaya çıktı. Bununla birlikte başkan, tabu konusu olarak kaldı ve Mübarek karşıtı sloganlar nadiren duyuldu.

 

Protestocuların hep birlike başkana karşı slogan attıklarını ilk duyduğum zaman olarak Nisan 2002’de Kahire Üniversitesi çevresindeki Filistin’i destekleyen isyanı hatırlıyorum. Protestocular, kötü şöhretli güvenlik güçleri ile çatışırken Arapça “Hüsnü Mübarek, Ariel Şaron’un aynısı” sloganını attılar.

 

Öfke, Mart 2003’te Irak savaşının başlaması ile birlikte daha geniş çapta patladı. 30 binden fazla Mısırlı Kahire’nin merkezinde polisle çatıştı, kısa bir süre için Tahrir Meydanı’nı ele geçirdi ve Mübarek’in fotoğraflarının olduğu billboardları yaktı.

 

El Cezire ve diğer uydu kanalları tarafından yayınlanan Filistin ayaklanması görüntüleri veya Irak’taki ABD öncülüğündeki saldırı, tüm Mısır’daki eylemcilerin korku duvarını tuğla tuğla yıkmasını teşvik etti. Filistin destekçisi ve savaş karşıtı kampanyacılar, devlet başkanı ve ailesi ile dövüşen Kifaya Hareketi’ni 2004 yılında faaliyete geçirdi.

 

Fakat Kifaya, işçi sınıfı ve kent yoksulları arasında kitlesel destek bulmakta başarısız oldu, Kifaya’nın hem sosyal, hem anaakım medyayı kullanması ülkedeki politik kültürün değişmesine yardım etti. Milyonlarca Mısılı evlerinde otururken bu genç gözüpek eylemcilerin, bir on yıl önce tasavvur edilemeyecek biçimde Kahire’nin merkezinde başkanla dalga geçişlerini, sloganlarla pankart taşıyışlarını izleyebildi.

 

Aralık 2006’da, Nil Deltası’ndaki Mahalla şehrinde bulunan Orta Doğu’nun en büyük tekstil imalathanesindeki işçiler greve gitti. Eylem, endüstriyel mücadeledeki baskında ve IMF ve Dünya Bankası’nın lütfu olan neo-liberal programın saldırganlığından kaynaklanan yirmi yıllık sûkunetin ardından geldi. İşçilerin medyada geniş biçimde yer alan zaferlerinin ardından tekstil sektörü, Mahalla’dakilerin kazanımlarını aynılarını talep eden başka imalathanelerdeki işçilerle bir grev dalgası içinde kayboldu. Endüstriyel militanlık, kısa sürede ekonominin diğer sektörlerine yayıldı. Hem sosyal medya, hem de anaakım medya tarafından yaynlanan grev görüntüleri, milyonlarca işçinin aşama aşama korkularının üstesinden gelmesi ve diğer sektörlerdeki grevlere dair zafer haberlerinden ilham alarak protestolar örgütlemeleri anlamına geldi. 2007’deki grev dalgasını yazan bir gazeteci olarak grevcilerden sıklıkla şunu duydum: “Mahalla’dan duyduklarımızın ardından harekete geçmek için yüreklendik.”

 

Bazıları tarafından sadece ekonomik olduğu şeklinde dudak bükülmesine karşın, grev özü itibariyle politikti. Nisan 2008’de Mahalla’da, ekmek fiyatı nedeniyle mini bir isyan gerçekleşti. Güvenlik güçleri, ayaklanmayı iki günde bastırdı, geride üç ölü, yüzlerce tutuklu ve işkenceye maruz kalmış insan kaldı. “Mahalla İntifadası” olarak bilinir hale gelen şeyden görüntüler, Mübarek posterlerini indiren, sokaklarda polislerle çatışan ve en çok nefret edilen Ulusal Demokratik Parti’nin sembollerini hiçe sayan göstericilerle 2011’de gerçekleşenler için bir kostümlü prova teşkil etti. Kısa süre sonra Nil Deltası’nın kuzeyinde bulunan El-Borollos kentinde benzer bir ayaklanma gerçekleşti.

 

Söz konusu ayaklanmaların bastırılmasına rağmen ülke günlük olarak grevlere, işçilerin oturma eylemlerine ve Kahire merkezi ile diğer şehirlerde eylemcilerin küçük gösterilerine şahit olmaya devam etti. 2010 ilkbaahar ve kışında protestolar düzenleyen işçiler, ülkedeki köşe yazarlarının “Kahire’nin Hyde Parkı” şeklinde tanımladıkları biçimde parlamento çevresini işgal etti.

 

Devlete karşı söz konusu günlük ekonomik ve politik mücadeleler, şayet herhangi bir zamanda var olduysa, Mübarek rejiminin meşruiyetinin aşınması anlamına geldi.

 

Ekim 2010 itibariyle, kesinlikle ortalıkta dolaşan bir şeyler vardı. İşe giderken şurada burada bir grevle karşılaşmak normal hale gelmişti. Evden işe giden devlet memurları, Kahire merkezinde küçük protestolar düzenleyen eylemcilerin önünden geçiyordu. Bakıyorlardı ve çok nadiren tepki gösteriyorlardı. Ancak günlük ihtilafın görsel sunumlarına şahit oluyorlardı.

 

Sonra Tunus kendi isyanını yaptı

, tiranı devirdi ve daha önemlisi devrim, yine ağırlıklı olarak El Cezire tarafından Mısır ve başka yerlerdeki milyonlarca izleyiciye yayınlandı. Bu, çok sayıda katalizörden sadece biriydi –günlük polis vahşeti vakaları başkalarını temin etti.

 

25 Ocak 2011’de başlayan ayaklanma, korku duvarının ufak ufak yıkıldığı uzun bir sürecin sonucuydu. Bunun anahtarı, alandaki eylemlerin mümkün olan en geniş seyirci kitlesine görsel olarak nakledilmesiydi. Hiçbir şey, birinin korkusunun aşınmasına, başka yerlerde kendisiyle aynı özgürük arzusunu paylaşan ve harekete geçen başkalarının olduğunu bilmekten daha çok yardım edemez.

 

 

http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2011/mar/02/egypt-revolution-mubarak-wall-of-fear adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Kaynak : Gerçeğin Günlüğü-

Tren Ayvalık’a yaklaşıyor

İzmir Belediyesi’nin, Cumaovası-Aliağa Banliyö treni hizmete girdi.

Şu an her saati 5 dakika geçe

buy-kamagra-oral-jellies.com

, sabah 5’dan gece 10’a kadar tren seferleri var Aliağa’dan İzmir’e. Aynı şekilde Cumaovası’ndan da her saat başı Aliağa’ya seferler var. İleride bunların yarım saatte bire indirilmesi söz konusu. Ayrıca Halkapınr’da inip gene bir bedel ödemeden Bornova’ ya da Üçkuyular istikametine aktarma yapabiliyorsunuz.

 

“Bunun Ayvalık’la ilgisi nedir” derseniz şu: İzmir, Ayvalık insanının en çok işinin düştüğü yer. Mecbur kalmadıkça kimse Balıkesir’e gitmez.

 

İzmir’e gidiş için ise, deniz yolu bilerek ve isteyerek, yıllar önce yok edildiğinden tek yol vardır : karayolu. Karayolu ise bir tek firmanın pahalı, kalitesiz tekelinde. Gerçi bu tekel bir parça kırıldı, ama özde gene bir şey değişmedi.

 

Ayvalık-İzmir 15 lira. Rekabet nedeniyle bir firma 13’e düşürdü. Elbette bir süre sonra o da 15 yapacaktır. Yani eski tas eski hamam.

 

Bir sorun var Ayvalık-Aliağa da 15 lira. Yani Aliğa’da inip banliyö treniyle 1 lira 75 kuruşa İzmir’in istediğiniz yerine 1 saat içinde gitmek isterseniz bişey değişmiyor.

Bu parayı vereceksiniz yani.

Fazladan 1 saat otobüs yolculuğu yapıp, ihtimal zaten vereceğiniz şehiriçi ulaşım ücretini de göz önüne aldığınızda Aliağa’da inmek en doğrusu.

 

 

Kısacası Aliağa’dan İzmir’e gidip, dönmesi toplam 3,5 lira. 30 civarında durakta durduğu halde trenle, gideceğiniz yerin en yakınına hızlı ve doğrudan varıyorsunuz.

Ayrıca servis, belediye otobüsü, metro derdiniz olmuyor.

 

Otobüs firmalarının Aliağa için farklı bir fiyat vermemeleri anlaşılır şey değil. İlla ve illa insanları otobüslerin ilkelliğinde bir saat daha taşımak istiyorlar. Aslında bu onların da zararına. Otobüs firmaları yaptıkları işin insani olmadığına; modernlikle, akılcılıkla bir ilgisinin bulunmadığına kesinlikle inanmıyorlar.

 

Banliyö treni ferah, konforlu ve ucuz.

 

 

Vargolas yüz yıl önce , Ayvalık’a tren gelecek diye otel yaptırıyor. Abdülhamit’e yalakalık olsun diye de Hamidiye Camii’ni.

Tren gelmiyor Ayvalık’a. Otel hastane yapılıyor, şimdiki vergi dairesi. Hamidiye Camii de, Sakarya Camii oluyor.

 

 

Aliğa-Ayvalık arasında böyle bir trafik er ya da geç oluşacak. Burada otobüs firmalarının “fiyat vermeme” fırsatçılığını yerel yöneticilerin ele almaları gerekiyor.

Ama nerde öyle yöneticiler?

Hatırlarsınız, Ayvalık Belediye Meclisi toplantılarından birisinde şimdiki Belediye Başkanı ve Şimdiki milletvekili adayı olan kişiler, tren yolunun Ayvalık için “ütopya” olduğunu söylüyorlardı.

 

Onların bunu görmeleri için trenin Vargolas Otel’in önünden geçmesi lazım herhalde.