BOŞLUĞUN GÖZYAŞLARI

Kentler değişirler, nüfusları artar; büyür. Kentler soluk alır, kavga eder, gülümser, ağlar. Bir insanın tarihinde ne varsa kente geçer; kentin tarihi de insana. Bazı tarihleri kent unutmak istemez insan unutturur; bazılarını da kent unutmak ister insan hatırlatır. Böylesi bir girizgahın ardından bir edebi metin, bir tarih yazısı, bir biyografi falan gelmeyecek baştan söyleyeyim; yazıya devam… Tanık olmak yalnızca insana has bir özelliktir; tanıklığın kuralı görmek, duymak ve aktarmaktan geçer; aslında romantik bir bakıştır kentlerin de tanıklığı. Gerçekte yaşamayandır kent; insanıyla yaşayandır ancak. Terkedilmiş köyler ya da bir evin bahçesinin nasıl yalnızlığını haykırdığını biliriz; insan yoksa kent de yoktur; tarih de…

Ancak şu da var ki insanların eylemleri o kente geçer. Meydanlarına işlenir, duvarlarına yazılır, şiirlerde söylenir, türkülerde çağrılır, öykülerinde hayat bulur; biri bir sokak çeşmesi yapar ve hatırlansın diyedir üzerine düşülen not ‘…. hayratı’; çünkü suyu içen kişi, merhametle uzanmış bir eli yüz yıl sonra da olsa kavramıştır; tanımasa da minnet duyar; aslında küçük bir şeydir bu eylem; bir avuç sudan ibarettir. Biri bir ağaç diker, sonra biri gölgelenir, soluk alır; o içten teşekkür bütün bedelleri karşılamaya yeterlidir. BOŞLUĞUN GÖZYAŞLARI yazısına devam et