“Kuru Otlar Üzerine”

Sinema tartışmasız en popüler sanat. Hem dev bir endüstri hem de insanların bazen oyuncu elbette genelde seyirci olarak içinde bulundukları bir ifade biçimi.

Özel TVler ve internet öncesinde “sanat filmi” ya da “festival filmi” olarak ifade edilenler yalnızca sinema okulu öğrencilerinin, bir avuç meraklının ilgi alanıydı.

Hem dünyada hem de Türkiye’de özel kanallar ve internet bu türden bağımsız filmlerin yayılmasını, her kesimden insan tarafından izlenebilmesini sağladı.

Video, dvd ve bilgisayar teknolojisi yaygınlaşıp ucuzlayınca yine sıradan insanlar kendi üretimleriyle birşeyler yapmaya başladılar.

Sinema var olduğundan bu yana kapitalist endüstrinin bir parçasıydı elbet. Ama aynı süreçte hem ekonomik hem de anlatım/estetik/içerik yönüyle bağımsız çalışmalar yapmaya çalışan akımlar da var oldu. Bu devrimci sinema akımları yeni anlatım biçimleri geliştirdiler.

Bütün dünyanın devrimci fikirlerle altüst olduğu, dünyanın üçte birinin kapitalist sistemden koptuğu bir ayaklanma döneminde daha azı zaten olamazdı.

Kapitalizm herşeyi içerme gücünü burada kullandı. Devrimci sinema akımlarının geliştirdiği estetik dili, anlatıyı vs ters yüz edip kendi ticari dünyasında meta olarak pazarladı.

Bireylerin önce devrimci sinemacı olarak başlayıp “parayı bulunca” tozutmaları bu işin magazin tarafı elbet. Mesele daha derinde bir yerde.

İşçi sınıfı hareketinin büyük bir yenilgiye uğramasından, reel sosyalizmin çöküşünden bu yana 30 yıl geçti.

“Tarihin sonu” ilan edildi. Burjuvasi “huzurlu ortaçağ”a dönüş için hamle üzerine hamle yapmaya başladı.

Post-modernizm, post-yapısalcılık gibi bir takım gerici akımlar aldı yürüdü.

Sinema tam da bunun bir aynası bugün.

Aslında bugün en estetik sinema eserleri reklam filmleridir, bilgisayar oyunlarıdır. Bunlar burjuvasinin gözüyle bugünkü dünyayı en iyi anlatan eserlerdir.

Burada ülkemizde “festival filmi yönetmeni” olarak adlandırılan bazı yönetmenler kuşağından söz edilebilir.

Teknolojinin yaygınlaşması ve ucuzlaması başlangıçta yaratıcı birkaç film yapmalarını sağlıyorsa da daha sonra “piyasa tanrısı”nın baskısıyla başka yönlere evriliveriyor bu akımdakiler.

Şahsen birbilerinden farkları var mıdır bilemem. Ama kuşak olarak davranışları bir örnek.

Bu açıdan böyle bir girişle bu kuşağın en bilinen (popüler) yönetmeninin son filmine bir göz atmak istedim.

Filmin estetik yönlerini değerlendirmeyi başkalarına bırakarak (en azından şimdilik bırakarak) filmin neyi anlattığını ve bu anlatılan üzerine bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Faşistler: 12 Eylül Cuntacıları ya da ülkücüler ya da islamcılar devrimcileri

“kandırılmış, dış güçlerin oyununa gelmiş, kimliklerinden uzaklaşmış insanlar” olarak tarif ederler.

Özel olarak her devrimcide bir takım kişisel zaaflar, takıntılar bulmayı ya da atfetmeyi önemserler.

Burada özellikle ifade edilmek istenen şey “insanın özünün kötü” olduğudur. İnsanın özü kötü olduğuna göre sosyalizm boş bir ütopyadır.

Köydeki veteriner kendi ağzından “dönek” olduğunu söylüyor. Genç Kürt ise anlaşılan Kürt hareketine sempati duyuyor.

Veteriner attığı tiratlarda devrimin boş bir hayal olduğunu söylüyor, içip içip umutsuzluk yayıyor. “Umut yorgunu”.

Filmde yılgın devrimci öğretmen Nuray başka bir portre bir başka “umut yorgunu”. 10 Ekim Katliamı’nda bir bacağını kaybetmiş. Kurnaz ve kendi bencil hesapları var.

Filmde en saf olması gereken kişi bir çocuk : Sevim. O bile bir takım entrikalar hesaplaşmalar peşinde. Yani filmde (ve elbette yönetmenimizin bütün filmlerinde olduğu gibi) iyi insan yok.

Film neredeyse tek bir sahneye; Nuray’la Samet’in sevişme sahnesine erişmek için kurgulanmış gibi. Yönetmen tam da buraya bir yabancılaştırma efekti koyuyor. Filmin kamera arkası: stüdyo. Ama burası da kurgulanmış bir stüdyo elbette. Hani “bu sahneyi çok da ciddiye almayın eninde sonunda kurgu” diyerek kendisini (nedense) güvenceye almaya çalışıyor. Burada Samet tuvalette ereksiyon hapı alıyor, sevişmeyi önemsemiyor hayır kendi zaferini mutlak kılmak istiyor.

Selahattin Şen şöyle yazmış : “bir söyleşide yönetmen filmiyle ilgili konuşurken şunları söylüyor: ‘Ama yine de kurguda, film izlerken bagajlarını kapının dışında bırakmayı daha iyi becerebilen bir izleyici türünü daha dikkate alan bir denge gözetmeye çalıştığım söylenebilir.'”.

Evet “bagajları kapıda bırakmak”, “kafanızı boşaltın öyle gelin” diyor açıkça yönetmen.

“Devrimci kadınlar açık ya da gizli kusurları, kompleksleri olan insanlardır. Bunu maniple eden her erkekle birlikte olmaya hazırdırlar” klişesini ülkü ocakları, TEM sorgu odaları ve cemaat sohbet toplantıları dışına, entellektüel alana böylece sokmuş olur yönetmen. Ama dediğim gibi biraz da korkmuyor değildir yaptığı bu işten.

Fuat Sevimay “Narsisizm ve haset bir paranın iki yüzüdür, der İngiliz psikanalist H. Segal. Samet, öğrencisi Sevim’de mevcut olan ruhsal canlılığa haset eder, onun duygu yüklü mektubuna el koymakta sakınca görmez, aynı şekilde bacağı kopmuş ve ağır bir travma yaşayan bir kadının resim yaparak hayata tutunma çabasına da. İkisindeki bu canlılığı kullanmaktan çekinmez fakat aynı zamanda bunu yok etmeye de çalışır. Narsisizminin yıkıcı karakteri kendini aşırı değerli görme ve idealize etme hali olarak merkezi önemdedir, o nedenle dış nesneler hep değersizdir ve onlara karşı hep kayıtsızdır.”

Filmde narsizm olumsuz bir şey olarak mı sunuluyor gerçekten? Emin miyiz?

“Nuri Bilge Ceylan diğer filmlerinde de dile getirdiği gibi bu ülkenin aydınının aşağı gördüğü taşradan daha aydın olmadığını söylüyor. Eh, olsaydı taşra da daha farklı bir medeniyete kavuşmuş olurdu çoktan…..

İki erkek arasında gelişen bir kadını paylaşma mücadelesindeki kaçak dövüşte Nuray, bütün ezberleri bozuyor ve bu iki erkeği bulunduğu kata çıkmaya davet ediyor. Coğrafyamızdaki kısırlığın erkek aklında başlayıp kadın iradesinde bittiğini gösteriyor. Biz yıkmadıkça sınırlar hep var olacak…..”

Diyor Elif Gökçe Aras, konuyu anlamamış Nuray’ın kalıpları yıktığını düşünüyor. İki erkeğe posta koyduktan sonra geri dönüp yardım istediğini gözardı ediyor.

Nihilizm Dostoyevski döneminde anlamlı bir şeydi. Şimdi gereksiz bir züppelik :

devrimci gelişmeye karşı “huzurlu ortaçağ” savunusu.

Ne diyor Atol Behramoğlu “Hele Casper David Friedrich’in romantizme öncü olmuş ünlü tablosuna gönderme olduğu apaçık o arkadan çekim görüntüsünü gerçekten çok anlamsız ve yersiz buldum.Ne romantizmi! Filmde gösterilen, belki de ‘kuru ot’ mecazıyla simgelenen bu tipin ve gerçek yaşamdaki karşılıklarının, bu bencil ve hiçbir bakımdan güvenilmez yaratıkların, romantizmle ne ilgisi olabilir!”

Romantizm tam da devrimin kendisidir.

Samet’te imkansız olan şey “müesses nizam”ın bu derece savunucusu olduğu halde bir paye elde edemememiş olmasıdır. Bir yerde Milli Eğitim Müdürü, Kültür Müdürü, bir belediyede danışman olmaması imkansızdır. Bu yüzden Samet sahici değildir. Fikri iktidarda kendisi hayatın tokatını yemiş, savruk bir karakter olamaz. Devir onların devri değil mi?

Mehmet Kazım ise bir başka imkansıza dikkat çekmiş :”Bir ören yerini gezmektedirler. Birer turist gibi fotoğraflar çekerek dolaşırlar. Bu üçlü onca yaşanana rağmen nasıl bir aradadır; onları bir arada tutan duygu nedir? Sevgi olmadığı açıkça ortadayken, bu üçgenin kırılmamış olması pek inandırıcı gelmez izleyene…..”

Bir şey inandırıcı gelmiyorsa öyledir. Yani izleyenler için imkansız ama yönetmen açısından inandırıcı başka bir tür gerçek mi vardır?

Aslı Ildır “Ancak fotoğraflar sanki Samet’ten bağımsızlar, kendi varlıkları var. Filmin akışını bir an için durdurup tüm ekranı kaplıyorlar. Hem Samet’in hem de onun çok dışında ve ötesindeki, başka bir gözün gördükleri bunlar sanki.” Samet’le yönetmenin aynı kişi olduğunu bu şekilde ifade etmiş.

TKP’nin yayın organı SOL.ORG filme ilişkin en derli toplu değerlendirmeye sahip. Burada katılmadığım fikir yönetmenin bu aşamadan sonra doğru birşeyler yapabileceğinin umulması. “Bu kadar iyi bir estetik zekası olan neden devrimci olmasın” diyor. Ben tersini düşünüyorum. Yönetmenin estetik zekasını gittikçe kaybettiğini, “ölmekte olan bir kültürün” son temsilcilerinden biri olarak zamanın dışında kaldığını görüyorum.

Dünyanın ve ülkemizin artık bu kokuşmuşlarla daha fazla zaman kaybetmemesi gerektiğini düşünüyorum.

**************************************

Kaynak linkler :

Ataol Behramoğlu

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ataol-behramoglu/kuru-otlar-ustune-2131286

Sol Haber Sitesi ise Christopher Caudwell’in “Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler” eserine gönderme yapan bir yazıyla değerlendirme yapıyor

https://haber.sol.org.tr/haber/sevimi-yalniz-birakmamaya-ahdetmek-ya-da-olen-bir-kultur-uzerine-incelemeler-385348

Elif Gökçe Aras

Mehmet Kazım

https://birikimdergisi.com/guncel/11514/kuru-otlar-ustune-apolitik-vs-politik

Aslı Ildır

Sebahattin Şen

….

Fuat Sevimay

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir