“Kuru Otlar Üzerine”

Sinema tartışmasız en popüler sanat. Hem dev bir endüstri hem de insanların bazen oyuncu elbette genelde seyirci olarak içinde bulundukları bir ifade biçimi.

Özel TVler ve internet öncesinde “sanat filmi” ya da “festival filmi” olarak ifade edilenler yalnızca sinema okulu öğrencilerinin, bir avuç meraklının ilgi alanıydı.

Hem dünyada hem de Türkiye’de özel kanallar ve internet bu türden bağımsız filmlerin yayılmasını, her kesimden insan tarafından izlenebilmesini sağladı.

Video, dvd ve bilgisayar teknolojisi yaygınlaşıp ucuzlayınca yine sıradan insanlar kendi üretimleriyle birşeyler yapmaya başladılar.

Sinema var olduğundan bu yana kapitalist endüstrinin bir parçasıydı elbet. Ama aynı süreçte hem ekonomik hem de anlatım/estetik/içerik yönüyle bağımsız çalışmalar yapmaya çalışan akımlar da var oldu. Bu devrimci sinema akımları yeni anlatım biçimleri geliştirdiler.

Bütün dünyanın devrimci fikirlerle altüst olduğu, dünyanın üçte birinin kapitalist sistemden koptuğu bir ayaklanma döneminde daha azı zaten olamazdı.

Kapitalizm herşeyi içerme gücünü burada kullandı. Devrimci sinema akımlarının geliştirdiği estetik dili, anlatıyı vs ters yüz edip kendi ticari dünyasında meta olarak pazarladı.

Bireylerin önce devrimci sinemacı olarak başlayıp “parayı bulunca” tozutmaları bu işin magazin tarafı elbet. Mesele daha derinde bir yerde.

İşçi sınıfı hareketinin büyük bir yenilgiye uğramasından, reel sosyalizmin çöküşünden bu yana 30 yıl geçti.

“Tarihin sonu” ilan edildi. Burjuvasi “huzurlu ortaçağ”a dönüş için hamle üzerine hamle yapmaya başladı.

Post-modernizm, post-yapısalcılık gibi bir takım gerici akımlar aldı yürüdü.

Sinema tam da bunun bir aynası bugün.

Aslında bugün en estetik sinema eserleri reklam filmleridir, bilgisayar oyunlarıdır. Bunlar burjuvasinin gözüyle bugünkü dünyayı en iyi anlatan eserlerdir.

Burada ülkemizde “festival filmi yönetmeni” olarak adlandırılan bazı yönetmenler kuşağından söz edilebilir.

Teknolojinin yaygınlaşması ve ucuzlaması başlangıçta yaratıcı birkaç film yapmalarını sağlıyorsa da daha sonra “piyasa tanrısı”nın baskısıyla başka yönlere evriliveriyor bu akımdakiler.

Şahsen birbilerinden farkları var mıdır bilemem. Ama kuşak olarak davranışları bir örnek.

Bu açıdan böyle bir girişle bu kuşağın en bilinen (popüler) yönetmeninin son filmine bir göz atmak istedim.

Filmin estetik yönlerini değerlendirmeyi başkalarına bırakarak (en azından şimdilik bırakarak) filmin neyi anlattığını ve bu anlatılan üzerine bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.

Faşistler: 12 Eylül Cuntacıları ya da ülkücüler ya da islamcılar devrimcileri

“kandırılmış, dış güçlerin oyununa gelmiş, kimliklerinden uzaklaşmış insanlar” olarak tarif ederler.

Özel olarak her devrimcide bir takım kişisel zaaflar, takıntılar bulmayı ya da atfetmeyi önemserler.

Burada özellikle ifade edilmek istenen şey “insanın özünün kötü” olduğudur. İnsanın özü kötü olduğuna göre sosyalizm boş bir ütopyadır.

Köydeki veteriner kendi ağzından “dönek” olduğunu söylüyor. Genç Kürt ise anlaşılan Kürt hareketine sempati duyuyor.

Veteriner attığı tiratlarda devrimin boş bir hayal olduğunu söylüyor, içip içip umutsuzluk yayıyor. “Umut yorgunu”.

Filmde yılgın devrimci öğretmen Nuray başka bir portre bir başka “umut yorgunu”. 10 Ekim Katliamı’nda bir bacağını kaybetmiş. Kurnaz ve kendi bencil hesapları var.

Filmde en saf olması gereken kişi bir çocuk : Sevim. O bile bir takım entrikalar hesaplaşmalar peşinde. Yani filmde (ve elbette yönetmenimizin bütün filmlerinde olduğu gibi) iyi insan yok.

Film neredeyse tek bir sahneye; Nuray’la Samet’in sevişme sahnesine erişmek için kurgulanmış gibi. Yönetmen tam da buraya bir yabancılaştırma efekti koyuyor. Filmin kamera arkası: stüdyo. Ama burası da kurgulanmış bir stüdyo elbette. Hani “bu sahneyi çok da ciddiye almayın eninde sonunda kurgu” diyerek kendisini (nedense) güvenceye almaya çalışıyor. Burada Samet tuvalette ereksiyon hapı alıyor, sevişmeyi önemsemiyor hayır kendi zaferini mutlak kılmak istiyor.

Selahattin Şen şöyle yazmış : “bir söyleşide yönetmen filmiyle ilgili konuşurken şunları söylüyor: ‘Ama yine de kurguda, film izlerken bagajlarını kapının dışında bırakmayı daha iyi becerebilen bir izleyici türünü daha dikkate alan bir denge gözetmeye çalıştığım söylenebilir.'”.

Evet “bagajları kapıda bırakmak”, “kafanızı boşaltın öyle gelin” diyor açıkça yönetmen.

“Devrimci kadınlar açık ya da gizli kusurları, kompleksleri olan insanlardır. Bunu maniple eden her erkekle birlikte olmaya hazırdırlar” klişesini ülkü ocakları, TEM sorgu odaları ve cemaat sohbet toplantıları dışına, entellektüel alana böylece sokmuş olur yönetmen. Ama dediğim gibi biraz da korkmuyor değildir yaptığı bu işten.

Fuat Sevimay “Narsisizm ve haset bir paranın iki yüzüdür, der İngiliz psikanalist H. Segal. Samet, öğrencisi Sevim’de mevcut olan ruhsal canlılığa haset eder, onun duygu yüklü mektubuna el koymakta sakınca görmez, aynı şekilde bacağı kopmuş ve ağır bir travma yaşayan bir kadının resim yaparak hayata tutunma çabasına da. İkisindeki bu canlılığı kullanmaktan çekinmez fakat aynı zamanda bunu yok etmeye de çalışır. Narsisizminin yıkıcı karakteri kendini aşırı değerli görme ve idealize etme hali olarak merkezi önemdedir, o nedenle dış nesneler hep değersizdir ve onlara karşı hep kayıtsızdır.”

Filmde narsizm olumsuz bir şey olarak mı sunuluyor gerçekten? Emin miyiz?

“Nuri Bilge Ceylan diğer filmlerinde de dile getirdiği gibi bu ülkenin aydınının aşağı gördüğü taşradan daha aydın olmadığını söylüyor. Eh, olsaydı taşra da daha farklı bir medeniyete kavuşmuş olurdu çoktan…..

İki erkek arasında gelişen bir kadını paylaşma mücadelesindeki kaçak dövüşte Nuray, bütün ezberleri bozuyor ve bu iki erkeği bulunduğu kata çıkmaya davet ediyor. Coğrafyamızdaki kısırlığın erkek aklında başlayıp kadın iradesinde bittiğini gösteriyor. Biz yıkmadıkça sınırlar hep var olacak…..”

Diyor Elif Gökçe Aras, konuyu anlamamış Nuray’ın kalıpları yıktığını düşünüyor. İki erkeğe posta koyduktan sonra geri dönüp yardım istediğini gözardı ediyor.

Nihilizm Dostoyevski döneminde anlamlı bir şeydi. Şimdi gereksiz bir züppelik :

devrimci gelişmeye karşı “huzurlu ortaçağ” savunusu.

Ne diyor Atol Behramoğlu “Hele Casper David Friedrich’in romantizme öncü olmuş ünlü tablosuna gönderme olduğu apaçık o arkadan çekim görüntüsünü gerçekten çok anlamsız ve yersiz buldum.Ne romantizmi! Filmde gösterilen, belki de ‘kuru ot’ mecazıyla simgelenen bu tipin ve gerçek yaşamdaki karşılıklarının, bu bencil ve hiçbir bakımdan güvenilmez yaratıkların, romantizmle ne ilgisi olabilir!”

Romantizm tam da devrimin kendisidir.

Samet’te imkansız olan şey “müesses nizam”ın bu derece savunucusu olduğu halde bir paye elde edemememiş olmasıdır. Bir yerde Milli Eğitim Müdürü, Kültür Müdürü, bir belediyede danışman olmaması imkansızdır. Bu yüzden Samet sahici değildir. Fikri iktidarda kendisi hayatın tokatını yemiş, savruk bir karakter olamaz. Devir onların devri değil mi?

Mehmet Kazım ise bir başka imkansıza dikkat çekmiş :”Bir ören yerini gezmektedirler. Birer turist gibi fotoğraflar çekerek dolaşırlar. Bu üçlü onca yaşanana rağmen nasıl bir aradadır; onları bir arada tutan duygu nedir? Sevgi olmadığı açıkça ortadayken, bu üçgenin kırılmamış olması pek inandırıcı gelmez izleyene…..”

Bir şey inandırıcı gelmiyorsa öyledir. Yani izleyenler için imkansız ama yönetmen açısından inandırıcı başka bir tür gerçek mi vardır?

Aslı Ildır “Ancak fotoğraflar sanki Samet’ten bağımsızlar, kendi varlıkları var. Filmin akışını bir an için durdurup tüm ekranı kaplıyorlar. Hem Samet’in hem de onun çok dışında ve ötesindeki, başka bir gözün gördükleri bunlar sanki.” Samet’le yönetmenin aynı kişi olduğunu bu şekilde ifade etmiş.

TKP’nin yayın organı SOL.ORG filme ilişkin en derli toplu değerlendirmeye sahip. Burada katılmadığım fikir yönetmenin bu aşamadan sonra doğru birşeyler yapabileceğinin umulması. “Bu kadar iyi bir estetik zekası olan neden devrimci olmasın” diyor. Ben tersini düşünüyorum. Yönetmenin estetik zekasını gittikçe kaybettiğini, “ölmekte olan bir kültürün” son temsilcilerinden biri olarak zamanın dışında kaldığını görüyorum.

Dünyanın ve ülkemizin artık bu kokuşmuşlarla daha fazla zaman kaybetmemesi gerektiğini düşünüyorum.

**************************************

Kaynak linkler :

Ataol Behramoğlu

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ataol-behramoglu/kuru-otlar-ustune-2131286

Sol Haber Sitesi ise Christopher Caudwell’in “Ölen Bir Kültür Üzerine İncelemeler” eserine gönderme yapan bir yazıyla değerlendirme yapıyor

https://haber.sol.org.tr/haber/sevimi-yalniz-birakmamaya-ahdetmek-ya-da-olen-bir-kultur-uzerine-incelemeler-385348

Elif Gökçe Aras

Mehmet Kazım

https://birikimdergisi.com/guncel/11514/kuru-otlar-ustune-apolitik-vs-politik

Aslı Ildır

Sebahattin Şen

….

Fuat Sevimay

Oppenheimer ve Galileo Galilei

Oppenheimer filmini izledim. Sanırım yaşamımda ilk defa
bir filmi vizyona girişinden hemen sonra izledim.
Estetik yanında değineyim önce.
Üç Saatlik filmin birkaç sahnesi dışında tümü
diyologlardan oluşuyor. Benim gibi ingilizcesi zayıf olup altyazı takibi yapmak zorunda olanlar açısından çok sıkıntılı. Oppenheimer’in yaşamı üç ayrı dönemde paralel kurgulanmış.
Atom bombasının geliştirilmesi ve kullanılması bir gerilim ögesi olarak ele alınmış, bunun sonrasında ise Oppenheimer’in “komünist faaliyetleri” ve “ajanlık” iddiası ile açılan soruşturma komisyonlarının çalışmaları aktarılmış. Komisyon çalışmaları siyah-beyazken diğer bölümler renkli.
Dönemi çok iyi bilmek, isimleri, tarihleri ve ilişkileri çok iyi bilmek gerekiyor. Özellikle genç kuşak için takibi imkansız gibi.
Oyuncu performansları ortanın üzerinde. Bilim camiasındaki ağır atmosferi biraz anlatıyor.
Oppenheimer’in tutarsız, iki yüzlü kişiliği bir nebze anlaşılıyor. “Ama zaten herkes biraz karaktersiz” demeye getiriliyor.
Buradan filmin anlattığı “olay”a geçelim.
Sonuç olarak 200 binden fazla insanı öldürecek bir bomba yapılıyor. Tek seferde ve birkaç saniye içinde. Bunun ötesinde dünyanın sonunu getirecek bir bomba bu.
Oppenheimer burada etik bir sorunla karşı karşıya. O kadar da olsun yani. Dünyanın sonunu getirmekten bahsediyoruz tereyağının içine patates püresi katmaktan değil.
Her nedense kahramanımız bütün herşey olup bittikten, Truman’ın karşısına çıkıp “sulugözlülük” yaptıktan sonra anlıyor ne yaptığını.
FBI boşuna şüphelenmiş. Oppenheimer komünist falan değil. (Marx’a ait olduğunu iddia ettiği ifade de Marx’a ait değil gerçi.) Hatta kendi alanı dışında pek de akıllı biri de değil. Yapmakta olduğu bombanın dünyanın sonunu getireceğini nasıl olup da düşünemez?
Basit laf “bu bombadan herkeste olursa kimse bunu kullanmaya cesaret edemez, savaşlar sona erer”. Son 80 yıl bu fikrin yalanlanması adeta.
Hollywood Amerikan savaş makinasının probaganda dairesi gibi çalışır çoğu zaman.
Şimdi dünya çapında Rusya ve Çin’le yani nükleer silahı olan iki kuvvetle gerilim yaşıyor ABD. Burada alttan alta nükleer silahların gerekliliği ve kullanımının meşruluğu ifade ediliyor.
Burada durup Brecht ne derdi bu durumda? diye sorasım var.
Mesela Galileo Galilei’de tartışılan tam da bu değil mi? Orada Galileo bilimi inkar ettiği için etik dışı bir davranış gösterir. Söylenmesi gerekeni gereken zamanda söylemesi gerekir ama söyleyemez. Korkar.
Oppenheimer da burada vaz geçmesi gerektiği anda korkar, vaz geçmez. Etik dışı davranır.

Yeni Dönemde Ayvalık-1


Neoliberal döneme ve onun çözülüşüne Ayvalık gibi küçük bir kasabada tanıklık etmek de aslında farklı bir deneyim. Son 30 yılda ekonomide, siyasette, toplum ilişkilerinde çözülme; doğanın tahribi demografik hareketler kültürel ve insani erozyon… nerden bakarsanız bakın Ayvalık 30 yıl öncekinden çok farklı bir kasaba artık. Şöyle denebilir: daha önceki ve daha önceki 30 yıllarda bu kadar bütyük bir farklılaşma yaşanmamıştı aslında.

Dünya ve Türkiye de elbette benzer bir durumla karşı karşıya. “Katı olan herşey hızla buharlaşıyor

buy kamagra 100mg

, yeni olan herşey hızla eskiyor”.

Siyasal islam Türkiye’de emperyalist kapitalist tahakkümün tek sürdürülebilir siyasi formu haline geldi. Bu durum büyük bir kırılganlığa yol açıyor.

Ayvalık’ta özelleştirilmedik yer kalmadı elbette. Son 20 yıldır tabiat parkının imara açılması ve yağmalanması gündemde. Eldeki olanaklarla Ayvalık’taki bir avuç duyarlı insanla ancak bu kadar korunabildi herşey. Geri kalan heryer ranta açıldı yağmalandı. Son 30 yılın belediye yönetimleri şu veya bu şekilde bu yağmaya göz yumdu, çanak tuttu veya bu yağmayı teşvik edip birilerine rant sağladı. Bu durum Ayvalık Halkı’na “kadri mutlak” bir hal olarak yutturuldu.

Elbette başka bir seçenek, başka bir Ayvalık mümkün. Başka bir dünya ve Türkiye nasıl mümkünse öyle mümkün.

Ayvalık’ta artık yerel yönetimi eskiden olduğu gibi birkaç “kasaba eşrafı” belirlemiyor. Uluslararası bağlantıları olan zeytinyağı, finans, inşaat ve turizm şirketleri belirliyor. Bu durumda belediye yönetimleri sıradan birer uygulayıcı olarak işlerini yapmak zorundalar. Zeytinyağı, finans, inşaat ve turizm gruplarına rant paylaşımının en önemli merkezi Ayvalık Belediyesi oluyor. Nedeni çok basit: imar-inşaat planları, su-kanalizasyon-yol-liman vs yatırımları belediye eliyle yürütülüyor. İşin içine son dönem giren maden şirketleri ise bu rant ortaklığına alternatif bir mecra oluşturuyorlar: Bilek güreşi yaşanıyor aralarında. Siyasal islamın kültürel hegemonyasının Ayvalık’ta fazla ortada görülmemesi, hegomonyanın “dışsal” bir his olduğu yanılsamasına neden oluyor.

Mesut Ergin aslında bu “dışsal” kuvvetlerle pazarlık yürütebileceğini, karşısındakilerin iktidarı paylaşmaya yatkın oldukları ham hayalini yaşıyor. Ama yanılıyor. hegemonyaya kendisi “uğruyor”. Siyasal islam saf değil.

Ayvalıklılar için seçim rehberi

Bu blogda 14 yıldır birşeyler yazıyorum. En çok yazdığım şey seçim yazıları olmaya başladı. Doğrusu ben de sıkıldım artık.

Bu defa Balıkesir Büyükşehir için AKP ve İyi Parti var. DSP

, VP, TKP; HDP de var meraklısına. EMEP bağımsız giriyor. CHP ve MHP yok anlıyacağınız.

Ayvalık’ta ise AKP ve İyi Parti yok; MHP, CHP ve DP var. HDP yok ama, VP, TKP ve DSP var.

Şimdiiii kabine girdik:

Eğer AKP’li veya MHP’liysek Büyükşehirde AKP’ye, Ayvalık’ta MHP’ye vuracağız mührü.

Eğer CHP’li ya da İyi Partiliysek Büyükşehirde İyi Partiye, Ayvalık’ta CHP’ye atacağız.

Eğer HDP’liysek Büyükşehirde HDP, Ayvalık’ta CHP.

Eğer EMEP’liysek Büyükşehirde Bağımsıza Ayvalık’ta CHP’ye oy vereceğiz.

ÖDP’liler ise “emekten, demokrasiden, laiklikten yana” adaylara oyu atacaklar.

Diğerleri kendi partilerine oy atacaklar.

İşin şekli kısmı bu.

Ayvalık’ta CHP, İyi Parti küskünleriyle bazı sosyalistler, ayrıca MHP’nin karşısında CHP’nin sandıktan çıkmasını istemeyen bazı MHP ve AKP’liler DP’ye oy verecekler.

Bazı AKP ve MHP’liler ise “Rahmi işimizi görüyor” diyerek CHP’ye oy verecekler.

Yani bir kısım eski MHP’liler, Ahmet Tüfekçi çevresi, Küçükköy’ün sakinleri, Altınova’nın bazı kesimleri ve köylerin bir kısmı CHP’yi (Rahmi Gençer’i) protesto için DP’ye oy verecekler. AKP’yi protesto etmek isteyen bazı köylüler de CHP’ye oy verecekler.

HDP’nin tavrına rağmen protesto için bazı HDP’liler DP’ye oy verirlerken, dindar HDPliler MHP’ye oy verecekler.

Yeterince açıklayıcı oldu mu? Sanırım yeter.

Hemşehrimiz Hakan Gülseven, DP’yi (Mesut Ergin’i) savunan bir yazı kaleme almış. Hakan, ABD karşısında Küba veya Venezüela’yı savunanları “ilkesizlikle” suçlayan Yurt Gazetesi eski yazarı ve Red dergisi çevresinden bir arkadaşımız.

Haziran Hareketi’nden bazı arkadaşlarımız Mesut Ergin’i desteklerken bazıları da aradan MHP’nin sıyrılması endişesini taşıyorlar. Vedat Peker’in pek sevgili arkadaşı CHP adayı Rahmi Gençer’e oy atmak istemiyor çoğu.

Gençer; Boyner ve Rahmi Koç’un da gözdesi. Mesut Ergin ise Koç Holding’te yönetici olarak çalışmış birisi.

Ayvalık Tabiat Platformu Rahmi Gençer’in, Mesut Ergin’e göre doğanın korunması konusunda daha samimi olduğunu söylüyor.

Eski CHP Belediye Başkanı Hasan Bülent Türközen, Eski CHP İlçe Başkanı Hüsnü Erol, Mesut Ergin’i destekliyor. CHP’nin eski Altınova Belediye Başkanı Asım Sürer’le ilgili ise rivayetler muhtelif.

Direniş ve örgütlenme

Leningrad’la ilgili bir hikaye anlatmıştı Oktay Ekinci. 2. Dünya Savaşı’nda Nazi bombardımanı başlayınca Leningradlılar koşup meydanlardaki heyklleri nehre atarlar zarar görmesinler diye. Savaş biter. Leniningrad yerle bir olmuştur. Halk şehri eski haliyle ayağa kaldırmaya karar verir. Eski fotoğraflara, haritalara bakarak şehri beton karkas üzerine eski bina görüntüleriyle tekrar inşa ederler. Şehir tamamlanınca, nehre inip orada bekleyen heykelleri çıkarırlar, yerli yerine dikerler.

Bugün “faşizme karşı direniş” denilince böyle bir direniş gerekir sanırım. Topyekün bir yok oluşa karşı direniş. Öyle bir yok oluş ki, tek bir bina, tek bir ağaç bile bırakmıyacak emperyalizm. Ama aynı zamanda bütün yıkılan ve yokedilenleri son ağacına, son çalısına kadar tekrar ayağa kaldırma azmi ve iradesi olmalı bizim direnişimiz.

Örgütü ise Ho Şi Minh’in yaptığını hatırlatarak ifade edeyim: Ho Amca, bir türlü ulaşılamayan kabile ve etnik-dini gruplara ulaşmak için, 15 yaşlarında yüzlerce parti üyesi genci eğitir. Bunları ilgili gruplara yollar. Bunlar kimliklerini gizleyerek ilgili köyde

generic levitra

, kabilede yaşamaya başlar. Süreç içinde zeka ve yetenekleriyle gittikleri grubun güvenini kazanırlar. Büyük ayaklanma günü geldiğinde ise “birleşmez” denilenler birleşmiş, “ayağa kalkmaz” denilenler ayağa kalkmıştır. Vietnamlı devrimciler “fikrimiz doğru olduğu için değil, eylemlerimize hayran oldukları için de değil, kadrolarımıza güven duydukları için halkı örgütlemeyi başardık” derler bu yüzden.

yeni bir dönemin şafağında 2

 

Bu başlıkta ilk yazımı yazalı 5 yıl geçti. O şafak aslında Gezi’yle kendini gösterdi. Daha çok şey oldu dünyada ve ülkemizde. Evet ilk yazı bir özeleştiriydi.

Şimdi ülkemiz cumhuriyet rejimini yıkan bir iktidar altında.

Solda bir umut olmak üzere en belirdin çaba Haziran Hareketi. Birçok zaafına rağmen başka bir umut yok şu an için. ÖDP ve diğer sosyalist partiler ise iyi niyetli insanların fedakarlıklarıyla zar zor ayakta duruyorlar. Bu zaaflarının son bulması farklı çabaların gösterilmesini gerekli kılıyor.

Kendi açımdan bu sürece yeterli katkıyı gösterdiğimi söyleyemem. Sürecin geneline ilişkin başından beri şekillendirmekte zorluk çektiğim kuşkuların var.

Öncelikle parlementerizm saplantısından vaz geçilmeli. Seçime indirgenen bir çalışma tarzı hepimizi mahvediyor.

Şimdiden iktidarı hedefleyen ve düzenden kopan bir fikri/örgütsel önderlik olmaksızın sıkıntıların aşılması imkansız.

Ne oldum dememeli ne olacağım demeli

Rivayete göre Mahir ve arkadaşları mücadelenin ilk aşamalarında Carlos Marighella’nın kitabını biraz küçümseyerek okumuşlar. Fakat işler değişince bu kitabı bu defa merak ve ciddiyetle tekrar okumuşlar.

Ayvalık’ta “15 Eylül Kurtuluş” törenlerinde bir mizansen vardır. Buna göre Yunan ordusu işgale başlar kara çarşaflı kadınları zincire vurur. Daha sonra Kuvayyı Milliye gelip kızı zincirlerinden kurtarır. Kız içine bayraktan yapılmış bir elbise olan kara çarşafını çıkarır.

Bu saçma sapan tuluata hep gülüp geçmişimdir. Hele hele tv ve internetin olduğu günümüzde hiçbir anlamı kalmamıştı. Son zamanlardaki törenlerde sanırım yapmıyorlar bu gösteriyi.

IŞİD’in Antep’te kadınları köle olarak sattığı haberleri geliyor. Çok uzaklarda değil. Antep’te !!!

Ne oldum dememeli ne olacağım demeli. Yani zamane jargonuyla söylersek “hayaller eli yüzü sosyalist devrim gerçekler engebeli dolambaçlı ve sarp”.

 

 

 

calos

buy-kamagra-oral-jellies.com

Kan denizi ve bir umut

AKP’nin ve yarattığı rejimin kalıcı olduğunu görmek zorundayız. Bu ne AKP ne de RTE’nin yeteneklerinden kaynaklanmıyor.

Kapitalizmin dünya çapında artık “burjuva demokrasisi” olarak adlandırdığımız rejimlere ihtiyacının olmadığını; varlığını devam ettirmek için zorun tayin edici olacağını bir döneme girildiğini unutmamalıyız. Bunun nedenleri elbette ayrıca ayrıntılı inceleme ve tartışmaya açık.

Sistemin AKP türü bir yapıdan vaz geçmeyeceği açık.

Sistem AKP’yi inşa etmek için on yıllardır yığınak yaptı. Bu yığınak sistemin (kapitalizmin) kolay kolay vazgeçebileceği bir yığınak değil.

* * *

Toplum oy oranlarına bakılırsa %60 a karşılık %40’lık bir bölünme yaşıyor. Bu bölünme eğer kararlı hale getirilirse doğru bir bölünmedir (kutuplaşmadır).

Şimdiye kadar olan Kürt-Türk

, ya da laik-islamcı bölünmeleri doğru bölünmeler değildi. Ve bu bölünmelerden toplumu ileriye götürecek sonuçlar beklenemezdi. Ama şimdi bir tarafta AKP-MHP-Ordu diğer tarafta CHP-HDP-Sosyalistler olarak ortaya çıkan (içlerinde rahatsız olanlar olacaktır ama) bölünme doğru bir bölünmedir.

Bu bölünmeden toplumu ileriye taşıyacak sonuçlar ortaya çıkabilir. Gericiliğe karşı ilericilik ve laiklik, diktaya karşı cumhuriyet, faşizme karşı demokrasi, savaşa karşı barış. Bu bölünmede halk güçleri kendi örgütlerini dahi aşan onları değiştiren belkide onların dışında yeni örgütler kuran bir mücadele hattı geliştirebilirler.

Kendini seçimlerle ve bu düzenin çeperiyle sınırlamayan bir hat ortaya konabilir.

Bugün için azınlık olabiliriz.

Mesele bu kan denizinden kurtulma iradesini ortaya koyma meselesidir.

Ayvalık 2015 Genel Seçim Sonuçları değerlendirmesi

2015 Genel Seçim Sonuçlarına Ayvalık’tan baktığımızda öncelikle seçimin yıldızı HDP açısından büyük başarı görülüyor. HDP Balıkesir ilinde  %6,6 ile Ayvalık’ta  en büyük oy oranına; Ayvalık’ta  3000 oyu ile, 5000 oy aldığı Edremit’ten  ve 4000 oy aldığı Bandırma sonra en çok oy aldığı yer oldu.

Kürt seçmenin güçlü bir şekilde HDP’ye oy verdiği, sosyalistlerin ve sosyal-demokratlerın baraj ve dayanışma amacıyla kısmen oylarını yönelttikleri görülüyor. HDP Ayvalık’ta da artık 4. parti olarak yerini tescilledi.

Cumhuriyet sonrası yaşanan siyasi bölünmelerde HDP Ayvalık’ta artık ciddi bir varlık.

Şehre 1989 sonrası Kürt yurttaşların göçmesi önemli bir etken. Kürt nüfusun aslında Kürt Ulusal Hareketi’ne yakın olmadığı ve muhafazakar/dindar insanlar olduğu biliniyor. Şimdi bu kırılmış görülüyor.

Artık Ayvalık her anlamda bir göçmen şehri.

CHP

buy kamagra

, DP ve daha sonraki ayrışmalar nasıl ki mübadele, göç, mal paylaşımı ve etnik konularından ortaya çıktıysa bu durum 90 yıl sonra bile değişmedi 🙁

AKP’nin Ayvalık’ta MHP’nin önünde geçerek ikinci parti olması da anlamlı. Taşeron işverenen emrine giren 1000’den fazla insan var. Ayrıca köyler ve diğer yoksullar baskı ve vaatlerle AKP’ye oy atmaya zorlandılar.

Aslında Ayvalık egemen siyaseti hep geriden takip ediyor.

CHP’nin yükselişinde AP’yi, ANAP’ın Yükselişinde SODEP’,, DYP’nin yükselişinde ANAP’ı, AKP’nin yükselişinde ise CHP’yi seçmişti Ayvalık.

Şimdi de AKP ülke çapında düşüş göstermesine rağmen Ayvalık’ta önemli bir yükseliş kaydediyor. Elbette bunda yerel seçimlerde gösterilen adayların kimlikleri de belirleyici ama durum böyle.

Ayvalık; ekabir  yerel siyasetçiler tarafından “Ayvalık hep merkezi iktidardan farklı düşünenlere oy attığı için yatırım alamıyor” yollu “yalakalık yapsak da biraz da biz ihale kapsak” olarak özetleyebileceğimiz bir durumu reddediyor.

CHP oransal olarak biraz düşmüş görülüyor. VP’nin SP’yi geçmiş olması olumlu mu olumsuz mu ben de karar veremedim. Ama durum bu 🙂

En sevindiğim MHP başta olmak üzere bazı partilerden AKP’ye geçen “işbilir” bazı şahısların umutlarının boşa çıkması. Çok eğlenceli 🙂

Sermayenin Ayvalık’a ilişkin planlarını bu seçim sonucu olsa olsa biraz geciktirir. Bu planları bozacak olan Ayvalık Halkı’nın mücadelesi olacaktır elbette.

 

 

 

Ayvalık 2015 Genel Seçim Sonuçları
Parti Adı      Oy Oranı (%) Toplam Oy
CHP            52,65 %     24.428
AK PARTİ    21,71 %     10.074
MHP           16,27 %     7.547
HDP            6,66 %     3.090
VP             1,14 %      528
SAADET    0,64 %      298

Neo-Liberalizmin Ayvalık’a gözü dönmüş saldırısı

Gözü dönmüş kapitalizm Ayvalık’ta da gemi azıya aldı. Yağma ve talan ayyuka çıktı.

Edip Uğur Balıkesir Bükükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde “Ayvalık için elimizi çabuk tutacağız” demişti.

Evet ilk ve en önemli icraatlardan birisi Ayvalıklıların el emeği göz nuruyla yapılan

, okul çocuklarının cep harçlıklarıyla destek oldukları Devlet Hastanesi, Ayvalık Halkı’nın elinden alındı. Bunun yerine Deveboğazı Mevkii’nde bir beton yığını yapıldı.

El koydukları eski hastane yalnızca denize nazır eşsiz konumuyla birçok uluslararası tekelin iştahını açıyordu. Şimdi buraya yalnıza kendilerinin girip çıkacağı bir otel, tesis vs. yapacaklar. Lütfederlerse Ayvalıklı birkaç gence de asgari ücretten iş bile verecekler, o da belki 🙂

Unutmayalım eski hastanenin yalnızca arsa fiyatıyla 10 adet tam teşekküllü hastane kurulabilir.

Yeni hastane ise kurulduğu konumu gereği çevresinde bir rant halkası yaratmaya başladı bile. Bu civardaki son zamanlarda ne tür emlak satışlarının olduğunu da birileri söylese de öğrensek 🙂

Ayvalık doğal bir limandır. Özellikle İstanbul ve çevresinde marinalar çok pahalıdır. Bu nedenle büyük zenginler yatlarını Ayvalık ve civarında demirlemek istiyorlar. Özellikle KOÇ Holding bu işe yatırım yapmaktadır. “Yatırım” derken yanlış anlamayın, liman falan yapmıyor, kamu tarafından yani bizim cebimizden çıkan paralarla yapılan limanlara, rıhtımlara el koyuyor ve bunları işletiyor.

Bunların en bilineni Ayvalık Marina.

Ayvalık Marina Mendireği sarımsak taşından yapılmıştı. Yani dünyanın en “değerli” mendireğidir bu. Bu uygulamadan sonra Sarımsaklı’da sarımsak taşı çıkarımı durdurulmuştu 🙂

Ayvalık Marina yapıldıktan sonra yaklaşık 5 yıl boş tutuldu. Daha sonra 29 yıllığına SETUR(KOÇ Holding)a kiralandı. Kira bedeli aylık lüks bir daire kirasını aşmıyor. Ama buraya demirleyen 200’ü aşkın teknenin her birinden ayda en az 200 evro kira alınıyor. Yani ayda 40 bin evro yani yılda 500 bin evro !!!

Halbuki Marina yapılırken Ayvalık’taki balıkçılar ve küçük tekne sahiplerinin öncelikle yararlanacakları iddia edilmişti. Bunların hepsinin yalan olduğu ortaya çıktı. Ayrıca çalışan insan sayısı 10 kişi bile değil, yani kimsenin ekmek kapısı falan olmadı marina.

Ayvalık Belediyesi aldığı yaayvalikdevleteskinlış kararlarla, (Ali Güreli, Ahmet Tüfekçi, Hasan Bülent Türközen) KOÇ Holdingin buraya “büfe” ruhsatıyla MİGROS, “balıkçılara mazot pompası” denilerek benzin istasyonu açmasına (şehrin tam göbeğinde) göz yumdu.

Artık Ayvalık Marina bizler için bir yasak bölge.
ayvalikdevlehastyeniayvalikmarina