AKP’nin alternatifi Osman Pamukoğlu

AKP, ANAP’la başlayan bir dönemin sonunu getiren bir uygulayıcı olarak işbaşına getirilmişti. Toplumun muhafazakarlaştırılması, her türlü muhalefetin ezilmesi, ülkenin iktisadi, siyasi ve askeri olarak küresel kapitalizmin son haline uygun hale getirilmesi süreci artık tamamlanmış görünüyor.

Ülkenin yeniden şekillendirilmesi sırasında birçok unsur ya yok edildi ya da yeni döneme uygun hale getirildi. CHP ve MHP bu sürece daha uygun hale getirildiler. Rejimin Kürt meselesini çözecek takatinin bulunmadığı her denemesinde bu meseleyi çözmeden bir yana fırlatmasından anlaşılıyor.

Geçenlerde Fikret Başkaya

buy kamagra 100mg

, Mao’dan bir alıntı yapmıştı “Emperyalistler taşıyamayacakları kadar büyük bir taşı kaldırıyor ve onu kendi ayaklarına düşürüyorlar”.

Küresel kapitalist sistem Orta Doğu’da tam da öyle bir görüntü sergiliyor.

Irak’ta, ABD aslında tahammül edilebilir bir diktatörlük olan Saddam’ı devirdi ama yerine istediği gibi bir rejim kurabildiği kuşkulu.

Arap ayaklanmaları neo-liberal politikaların sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Emperyalizm meydana gelen devrimlerin içeriğini boşaltarak kendi kulvarına soktu. Bu yeni rejimler daha seneleri dolmadan Mısır ve Tunus’ta olduğu gibi yıpranmaya başladılar. Tarihin kuralıdır, toplumsal bir kabarışı geçici bir süre engelleyebilir, çarpıtabilirsiniz ama asla engelleyemezsiniz.  Yeni olan her şey hızla eskiyor.

Türkiye’deki AKP iktidarının varlığını sürdürmesi için toplumu ikna edebilecek  ekonomi dışında hedeflere ihtiyacı var. 2023, 2071 türü zırvalar buradan çıkıyor. Şu an için ekonomiyi özelleştirmeler, 2b, hesler, kentsel dönüşüm yağması türü geçici önlemlerle ayakta tutabilir. Bütün bunlar geçici çözümlerdir. AKP rejiminin savaşa ihtiyacı var. Kürt meselesinin yarattığı militarizasyon yetmezmiş gibi bir de Suriye’de savaş çığırtkanlığı yapması işte bundan : AKP ayakta durmak için savaş istiyor. Savaş politikalarını aralarındaki en “İttihatçı” olan Ahmet Davutoğlu yönetiyor. Malum, “Sarıkamış’ta 90 bin şehit verdik, gerekirse 900 bin daha veririz” demişti.

AKP’nin ne ideolojik ne de örgütsel cephaneliği böyle bir krizi ayakta atlatmasına uygun değil. CHP’nin de kısa vadede bir alternatif olabilme olasılığı görünmüyor.

MHP kendi seçmeni karşısında bile güven kaybetti, kaybetmeye devam ediyor.

Bu minvalde en şanslı düzen içi politik alternatif Osman Pamukoğlu’dur. Öncelikle ideolojik nitelliği küresel kapitalist sistemin şu anki duruşuna uygun. Avrupa’da (Rusya dahil) klasik faşist hareketin yükseldiğini biliyoruz. ABD içinde de aynı şeyler söylenebilir. Toplumsal sorunlar çözümsüz kaldıkça ve onu çözecek düzen dışı seçenekler ortaya çıkmadıkça faşistlerin güç kazanmaları doğal.

Pamukoğlu hem küresel ölçekteki bu gelişmelere hem de Türkiye’deki gelişmelere dayalı olarak önümüzde dönem güçlü bir alternatif haline gelecektir.

Eğer Kürt meselesi tüm toplumu ikna edebilecek demokratik bir yöntemle çözülmek yerine, Türk halkını ve özellikle orta sınıfları rahatsız edecek bir çözüme gidilirse – ki öyle de olacak gibi görünüyor-, ya da toplum kendi varlığını Suriye’nin ya da başka ülkelerin yok edilmesi, talan edilmesinde görmeye alıştırılırsa- ki öyle de oluyor- Pamukoğlu ya da benzeri bir politik seçenek AKP’nin alternatifi olacaktır.

Toplumsal muhafazakarlaşmanın sonu her zaman, körleşme ve savaş olmuştur. ANAP-AKP çizgisi bu süreci başlatmıştır ama devam ettirecek olan Pamukoğlu olacaktır.

Emperyalist aktörlerin buna izin verip vermemeleri artık anlamlı değildir. Emperyalistlerin bütün süreçlere hakim olamadıklarını zaten biliyoruz.

 

Yeni bir dönemin şafağında 1

1992 Yılda “Tartışma Süreci” denilen sürece katılmıştım. Çok uzun süren ve bir noktadan sonra bir takım şeyleri gizlemek ve tartışmamak noktasına doğru evrilen “tartışma” süreci arkasında hiçbir dişe dokunur sonuç getirmeden 1995 yılında bitti. Sözüm ona buradan çıkan ortak kararla bazıları önce GBK girişimini daha sonra ÖDP ye evrilecek olan çalışmayu başlattılar. ÖDP 1996 yılı ocağında kuruldu.
Ben ve benim gibi düşünenler yasal/açık parti çalışması başta olmak üzere, geçmişin değerlendirilmesi vs. konularda da itirazlarımızı söyledik. Fakat bu itiraz ve eleştiriler hiç kimse tarafından dinlenmedi.
Ne benim, ne de benim dibi düşünüp azınlığa düşenlerin, hele hele dünya ve Türkiye’de yaşanan genel yenilgi atmosferinde fazla yapacakları bir şey kalmamıştı. 1997 yılı şubatı itibarıyla ÖDP’ye üye oldum.
O dönem Fatsa ÖDP’yi kuran arkadaşların ÖDP’ye katılış bildirileri çok önemli bir metindi benim için. Metni maalesef bulamadım. Fakat metnin bir yerinde “ÖDP’ye liberal solla hesaplaşmaya giriyoruz, ÖDP’yi değiştireceğiz” deniliyordu. “Liberal sol” Türkiye’de Onbirinci Tez Dergisi’nde Sungur Savran tarafından ifade edilmişti ilk olarak, daha çok reformizmin güncel bir biçimi olarak tanımlanmıştı o yıllarda.

ÖDP o tarihten itibaren tahminleri de aşan bir performans göstererek bugüne kadar (bile) ayakta kalmayı başardı.
ÖDP hedefledikleri açısından bakılacak olursa pek başarılı bir çalışma sergileyemedi.
Bunlar elbette tartışılmalı, ama bütün bunlar başka bir yazının konusu.
2007 yılında Ufuk Uras’ın tekrar Genel Başkan olmasıyla birlikte ÖDP’de büyük bir yarılma yaşandı. Bu yarılmada Ufuk Uras’ın yanına yer alanlar “liberallikle”, Alper Taş’ın yanında yer alanlar “abicilikle” suçlandılar. Ben bu ayrışmada Ufuk Uras’ı destekledim. İşin bir ilginç yanı da Ufuk Uras’ın yanında yer alanların eski TİP, TSİP, TKP yanlılarından başka, ÖDP’yi değiştirmek için birlikte çalıştığımız arkadaşlarımız da vardı. Yani ÖDP’deki liberal solla hesaplaşmaya giren bizler liberallikle suçlandık.
Bu öncelikle kendi hesabıma kabul etmediğim ve etmeyeceğim bir suçlama oldu.

ÖDP içindeki gerilim gittikçe arttı Ufuk Uras 2007 genel seçimlerinde Kürt hareketinin de desteği ile bağımsız millet vekili seçildi. Burada aday olma meselesi de partiyi ikinci defa bölmüştü. Bağımsız kalan Uras

, tekrar ÖDP genel başkanlığına aday olunca gerilim derinleşti.
Ufuk Uras’ın tekrar genel başkanlığa gelmesinden sonra artık ÖDP iki (hatta daha fazla) partinin var olduğu bir platform haline gelmişti. Nihayet zorlu bir süreçten sonra olağanüstü kongre yapıldı ve 2008 yılında Ufuk Uras’ın yerine Hayri Kozanoğlu genel başkan seçildi. Bugünden bakıldığında az bir oyla Uras’ın kaybettiği bu kongrede, Uras kazansaydı ne olurdu demek gerekli, ama bu spekülatif bir konu.
Sonra Ufuk Uras ve diğer arkadaşlar benim gibi düşünenlerin itirazlarına da aldırmdan ÖDP’den ayrılıp başka bir süreç örgütlemeye gittiler.
EDP kuruldu. EDP ilk siyasal tecrübesi olması gereken 2010 referandumunda Anayasa değişikliklerine “evet” tavrını benimsedi. Bu dönem Türkiye solunda (sosyalist veya sosyal-demokratlar dahil) liberal sol-statükocu sol şeklinde ifade edebileceğimiz bir kamplaşmanın oluştuğuna tanık olduk.
AKP 2002 yılından başlayarak AB’ye giriş konusunda kamuoyunu da yanına alan bir politika benimsemişti. ÖDP’nin bu konudaki görüşü “havet” olarak ifade edilmişti. Bu tutum AKP’nin bu konudaki politikalarına en azından itiraz edilmediği anlamına geliyordu. Ayrıca AKP, Kıbrıs’ta çok tatminkar olmasa da çözüme oturuyor, Ermenistan’la ilişkileri yumuşatıyor ve elbette en önemlisi Kürt sorununda birşeyler yapmaya istekli görünüyordu.
Tam da bu dönemde AKP rejimin artık devre dışı kalmaya başlayan bazı unsurları tarafından tehdit edilmeye başlandı. AKP bu tehditleri, özellikle ABD ve AB gibi dış güçleri yanına alarak etkisizleştirdi.
Tekelci sermayenin zaten devlet ihalesi olmadan ayakta kalamayacağı açık olan grupları sindirdi.
Karşısında ciddi bir rakip olmadığı için %50leri varan bir oy oranını koruyarak günümüze kadar gücünü bugüne kadar taşıdı. ÖDP bütün bu süreç sırasında çok etkili bir varlık gösteremedi. Özellikle ayrışma sırası ve sonrasında tarafların kendilerini, ötekilerin hata ve eksikleri üzerinden tarif etmeleri var olan birikimi de heba etti.
Tarafların ve daha da ötesi tüm Türkiye siyasetinin bu denli kutuplaşması son tahlilde AKP iktidarına yarıyor ama elbette bu başka bir konu.
EDP gerek kuruluş süreci, gerekse kuruluş sonrasında ürettiği politikalar açısından arka arkaya affedilmez yanlışlar yaptı. Bu hataların benim açımdan en hazini elbette bir zamanlar hesaplaşacağımızı ilan ettiğimiz “sol liberal”lerin bir parçası olunmasıdır.
Mesele referandumdaki tuıtum bile değildir aslında. Çünkü referandumdaki tutumla tutarlı ve samimi bir özeleştiri sorunu çözer. Sorun bunun ötesinde bir davranış biçiminin hatalı ve savunulması imkansız davranışlar silsilesinin yaratılmasıdır.
Sorunun daha vahimi bence konuşmaya bile hakkı olmayan bazılarının kendilerini “işte biz dememiş miydik” noktasında haklı çıkarmalarıdır. Kendi tarihsel hata ve sorumluluklarını gizleyecek böyle bir mecra bulmalarıdır.
Kendi açımdan özeleştiri vermek istiyorum ama hangileriyle birlikte yürüdüğüm için daha büyük bir yanlış yaptım ona karar veremiyorum.

Yerel seçimlere 2 yıl kala Ayvalık’ta geçmişin hesaplaşması (2)

AKP’nin görece başarılı oldugu bir dönem ve sol muhalefetin dip yaptığı bir zaman olması yani Balıkesir’de (ÖDP olarak) aday çıkartılamamışken hatta birçok yerde çıkarılamamışken, bunu denemek bile büyük bir başarı idi. Burada Ayvalık Solu yani bizler büyük bir risk aldık üzerimize Kürtlerle bebaber hareket ettik. Ulusalcıların bu kadar yoğun oldugu bir yerde ve de sol ile Ulusalcıların geçmişte bağları oldugu bir yerde büyük bir riskti. Bunu denemek bile bizler için başarı idi. Fakat tabii Kürtler bunu anlayamadı. Kendi dünyalarında yaşadıkları için, getto hayatı sürdükleri için belki de.

Böyle bir seçim deneyimi bir daha yaşanır mı? Bilinmez. Tek enteresan nokta şuydu Ayvalık’taki MHP kanadı bize beklediğimizden az yüklendi (bölücü vs.) CHP oylarını bölmemizi beklediler asıl milliyetçi tepkileri CHP cenahından aldık. Saldırdılar resmen şahsi saldırılara bile maruz kaldık

, “bölücüdür o ,ona yaklaşma, alışveriş yapma” gibisinden.

Ayvalık’ta bankalar şehir merkezinden kaldırılsın

Ayvalık şehir merkezinde İş Bankası, Ziraat Bankası, Halkbank, Yapı Kredi Bankası, Vakıflar Bankası, ING Bank, Akbank ve Denizbank var. Bunlar gereksiz trafik yoğunluğuna neden oluyorlar. Ortahalli bir insanın bankada yılda bir defa bile işi olmaz. ATMler zaten her işi görüyor. Bunların şehir dışına mesela Sanayi Sitesi’ne yollanması iyi olur. Hele tarihi bir niteliği olmayan İş Bankası

generic levitra

, Halkbank ve Yapı Kredi’nin yıkılması hem görüntü kirliliğini engeller, hem de insanlara yer açılır.

Ayvalık Halkevi’nin kısa tarihi

Halkevi 12 Eylül 1980′de kapatılmıştı. 10 Kasım 1989′da ikinci defa kuruluyor. Yandaki küpür o tarihteki Cumhuriyet Gazetesi. merhum Köksal Durukan haberleştirmiş. Ayvalık Halkevi daha sonra 1993′de de kapatılacak 1996′da üçüncü defa kurulacaktı.

Hasan Cengiz Yazar

, Ayşegül Gezek, Özden Çakıcı, Özer Dükduran, Turgut Şahin tarafından 1996 yılında tekrar kurulan Ayvalık Halkevi’mden, 1999 yılında politik olarak farklı düşündükleri için Hasan Cengiz Yazar, Ali Açan, Özer Dikduran, Levent Kocaburun, Tuna Payzıner atıldılar. Özgür Öztürk ise uygulamaları protesto ederek istifa etti.

Bu karara imza atan yönetim kurulu üyeleri :

İlknur İlhan, Saniye Seval Özdemir, Cafer Keleş, Eşref Yavaş, Berrin Özkan

Zarife İlden’in Papalina Gazetesi Tarafından Sansürlenen Yazısı

Alttaki yazı Zarife İlden tarafından yazılmış, Papalina Gazetesi tarafından sansür edilince: Zarife İlden, Hasan Cengiz Yazar, Özgür Öztürk, Meral Naymaner ve Ali Açan Papalina Gazetesi’nden ayrılmak zorunda bırakılmışlardı.

 

Dantel köşesi

Zarife İlden

 

Duyduğuma göre Temmuz Papalinasındaki yazım çok ses getirmiş, kimileri çığlık bile atmış. İyidir, reklamın kötüsü olmaz. Bu arada yazımdaki bazı kelimelerin anlaşılamadığından yakınanlar olmuş. Hatta bir muhterem varmış ki, kolunun altında gazete, Papalinadan kimi görse yakalayıp veryansın etmekle yetinmemiş de gazetenin salı toplantısına haber bile göndermiş. Bu zatın meramı anladığım kadarıyla şöyleymiş: Şu şu şu entelce kelimeler kullanılmak suretiyle ne denilmek isteniyor acaba? (Parmak havada okunacak.)

Zatı muhteremin gösterdiği şaşırtıcı gayrete hürmeten soruyu cevaplayayım efendim.

Söz konusu kaka kelimeler ironik, sofistike ve kötücül olmak üzere üç adettirler ( kol kola gezme âdetleri yoktur.) İroni, Türkçede alaysılama olarak karşılanan, eski pek çok sözlükte bulamayacağınız Batılı bir kelime. Kavram olarak, bir şeyi tersiyle söylemek demek. İronik de bu tarz da söylenmiş olana deniyor. Alaycı bir tonu olabilir istenirse, hatta acı bir tonu da olabilir, ama şart değil. Kimileri, “alaysılama” kelimesini doyurucu bulmadıklarından olsa gerek, yeri geldiğinde ironiyi kullanır.

Sofistik, Orhan Hançerlioğlu’nun Türk Dili Sözlüğünde karşılığı bilgiç olarak verilmiş bir kelime. Sofistike de bilgiççe olacak demek ki. Kelime sofizm’den geliyor ki sofizm

buy-kamagra-oral-jellies.com

, bir yanlışı doğru kabul ettirmek için yapılan hatalı muhakeme olarak geçiyor. Sokrates’in diyaloglarında kullandığı yöntem. Öte yandan bilgiç kelimesi Türk Dil Kurumu sözlüğünde 1) bilgili kimse, 2) mecazen, bilgili geçinen kimse, diye açıklanıyor. Sofizm ise bilgicilik kelimesiyle karşılanmış, sonuna da safsatacılık eklenmiş. Şimdi, ne yapsın umarsız (naçar) Zarife?

Kötücül kelimesi ise gayet anlaşılır biçimde, 1) kötülük isteyen 2) tehlikeli olan, anlamlarında kullanılıyor. Osmanlıcadaki bedhah karşılığı bulunmuş bir kelime. Bence güzel. Ben ikinci anlamıyla kullanmıştım.

 

Bir kelime de benden olsun: Kavas sözcüğünü duyan vardır, yasakçı demektir, Arapçadan gelme bir kelime. Bunun eşanlamlısı siyahpûş kelimesine de metinlerde rastlayan bazı ‘entel’ler olmuştur mutlaka. Bu her iki kelime de bence köken değilse de görüngü olarak Nazilerin svastikasına yani gamalı haçına çıkar.

Unutmadan, içinde bulunduğumuz bu güzelim ay da adını Latinceden alır. Baktım, Augustus, 1. Roma Roma İmparatoru Octavianus’un lakabı imiş, ki sözlükte (Sözlerin Soyağacı-Nişanyan) anlamı “yüce” diye verilmektedir. Bozaran da (Hançerlioğlu) güzel bir ay adı ve o da ağustos demekmiş. Ama şimdi bu öz be öz Türkçe kelimeyi de kalkıp kullanmaya korkar insan… Ya birileri çıkıp da entel çetelesinde benim haneme bir çentik daha atıverirse! Zaten umarı kullanmakla kendimi yeterince tehlikeye atmış bulunuyorum.

Değil mi efendim?

O halde ve her halde, Yaşasın Dillerin Kardeşliği diyerek ve yine Adalet Hanıma ısmarlayarak bağlayalım sözü.

Ciao Bella!

 

 

Hamiş: Akşam Nurullah Ataç’ın Günce’sinde onun bir yakınmasına rastladım. Şöyle: “Tragedie, comedie, melodrame diyorum, ne yapayım? Bunlara Türkçede birer karşılık bulamadım. Biri bulur da bana bildirirse çok sevinirim.”

 

Yerel seçimlere 2 yıl kala Ayvalık’ta geçmişin hesaplaşması (1)

Yerel seçimlere iki yıl kala gerek CHP’li Ayvalık Belediyesi’nin, gerekse Ayvalık sol çevrenin durumuna bir bakmak gerekli. CHP’nin 1. dönem seçildiği 2004 seçimlerinde derli toplu bir tavır geliştiremeyen Ayvalık sol çevreleri 2009 seçimlerinde daha derli toplu bir çalışma yapmıştı. 2004’te neden ortak bir tavır geliştirilemediğini de ayrıca sorgulamak gerekir ama, buna rağmen   2009 seçimlerinde ÖDP çatısı altında bir araya gelen ÖDP, EMEP, DTP gibi siyasi örgütlerle, KESK’e bağlı sendikalar ve bağımsız bireyler Belediye Başkan Adayımız Ahmet Köken’e 350 belediye meclis üyelerine ise 600 civarında oy aldırmayı başarmışlardı. Belediye Başkanı ile Belediye Meclisi üyeleri arasındaki bu oy farkı belediye başkanlığında seçmenlerin CHP’ye, belediye meclisinde ise ÖDP’ye oy atmalarından kaynaklanmaktaydı. İkisi arasındaki fark 250 oy ya da %50 gibidir. Seçim sonrasında bu konu hakkıyla tartışılamamış

, böyle bir tartışmanın dağıtıcı olacağı düşüncesiyle hala etkileri devam eden bir dizi hata yapılmıştı.

Öncelikle DTP’li seçmenlerin büyük bir örgütlenme sorunu yaşadıklarını kabul etmemiz lazım. Bu yüzden bu siyasi çevreden ortalama 700 olan oyunun  çok altnda oy alındığını kabul etmemiz gerekir. Bu oyun 150’yi aşmadını tahmin edebiliriz.

ÖDP’nin ise oy sayısı Belediye Başkanlığı için 1999’da 230, 2004’de 55 tir.

EMEP’in şimdiye kadar belediye seçimlerine ilişkin bir pratiği olmadığından ölçmemiz mümkün değildir. Bununla birlikte ÖDP’den fazla bir oyunun olmadığım kabul etmeliyiz.

Bütün bunlardan çıkan sonuç örgütlü bu çevrelerin sayısıal birlikteliğinin en az 1200 belediye meclisi/belediye başkanı  oyu alabilir olduğudur.  Zaten 2009 seçimlerinde de ortalama bu hesaplarla yola çıkılmıştı. Sonuç ortadır. Fıkradaki gibi “Kedi buysa et nerede? Et Buysa kedi nerede?”

Bildiğimiz TKP

TKP’nin resmi yayın organı sol.org.tr de Yunanistan ile ilgili iki ayrı yazı çıktı.

Bir tanesi Korkut Boratav’ın parlementerizmi çok doğru bir biçimde eleştiren yazısı. Gerçi Korkut Hoca hem böyle bir eleştiriyi yapıp, hem de Türkiye’de parlamenterist “komünist” çizginin kaşarlanmış takipçilerinin web sitesinde böyle bir yazıyı yazması da ayrı bir çelişki.

Korkut Hoca çok doğru bir şekilde burjuva parlemenerizminin devrimci bir hareket açısından sakıncalarını anlatıyor; Yunanistan özelinde  SYRIZA ve onun alt bileşenlerinden  Sinaspismos’yun yalpalamalarını teşhir ediyor.

Aynı web sitesinden bu defa Yunanistan Komünist Partisi(KKE)’nin son dönem olup bitenlere ilişkin bir değerlendirmesi yapılıyor. KKE bugüne ait politik meseleleri değerlendirirken bir ölçüde haklı bulunduğu pozisyonu gemişin defterlerini açarak berbat ediyor. Yunan Devrimi’ni İngiliz emperyalizmine satmak gibi ağır bir suç işlemiş olan KKE, Sinaspismos’un AB yanlısı vs. tutumlarınadan yola çıkarak hesaplaşmaya çalışıyor.

Tuhaf !!!

Bugün herhangibir şekilde haklı posizyonda bulunabilirsiniz !!! Durmuş saat bile günde iki defa doğru zamanı gösterir.  KKE milliyetçi, Stalinist, bürokrat yapısıyla tarihi boyunca hata üzeri hata yaptı. Şimdiki durumu milliyetçilik üzerinden okunduğunda anlaşılabilir ancak, tıpkı bizim Aydınlıkçılar ve TKP’liler gibi. Sınıflar mücadelesinin bir evresinde haklı gözükmek sanki bütün tarihsel hata ve ihanetleri sanki temizler gibi davranılamaz! Geçmiş bizim keyfimizce ortaya atacağmız ya da atmayacağımız bir anılar albümü değildir.

Başka bir posizyonda mesela AB ve ABD’nin de izniyle, faşistlerin desteğindeki neo-liberal bir hükümet de pekala evrodan çıkış kararı verebilir. Ve aynı hükümet krizin ezdiği milyoları avutmak için mesela Türkiye’ye savaş bile açabilir. Böyle bir durumda TKP ve KKE’nin tutumları şimdikinden çok farklı olacaktır bundan emin olabiliriz !

KKE  asıl milyonlarca Yunan emekçisi karşısında hiçbir itibarının kalmamasının hesabını vermelidir. Asıl milliyetçilik dışında pazarlayabileceği hiçbir şeyinin olmayışının hesabını vermelidir. KKE tarihi boyunca, tam da Korkut Hoca’nın ifade ettiği gibi parlamenterizm dışında birşey yapmadı. Churchill 2. Dünya savasşının bitişinden sonra komünist uyanışın yaşandığı Avrupa’da “Çok şükür komünizm belasından kurtulmak için Stalin gibi bir müttefikimiz var” derdi.

Evet, SYRIZA ve Sinaspismos eleştirilecektir. Ama bu eleştiriyi KKE ve TKP gibi ipliği defalarca açığa çıkmış, milliyetçilikten başka pazarlayacak şeyleri olmayanlar yapamaz.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/yunanistan-temsili-demokrasinin-tuzaginda-55260

http://haber.sol.org.tr/enternasyonal-gundem/kke-bize-boyun-egdiremezler-haberi-55261

buy kamagra

Ada Tarhanası

“Ada” biz Ayvalıklar için Midilli’dir.

Ada tarhanası için çiğ koyun sütü bir kapta biriktirilir. Bir aile için ortalama 20 litre süt biriktirilmesi yeterlidir. Bu biriktirilme ve açıkta bekleme bir hafta kadar sürer. Her gün sütün altına biriken Sarı Su süzülür

, üste yeni gelen süt dökülür. Ekşitme ve biriktirme işlemi bittiğinde süt pişirme kabına alınır, harlı ateşte kaynatılır. (Muhallebi gibi). Sütün üzerine sütün miktarı kadar kalın un (kurkut) dökülür, tuz konur, tokmakla yoğurularak hamur elde edilir. Harlı ateş kesilir, çok hafif ateşte yoğurma işlemi devam eder..  Parçalar koparılır, temiz bir çarşafın üzerine konur. Güneşe kurumaya bırakılır. İri  parçalar (kahvaltılık) daha sonra fırınlanır, çorba yapmak için istenen kısımlar ufalanıp saklanırlar.

Daha sonra tarhana bez torbalara ya da kavanozlara konur.

İri parçalar çayla birlikte kurabiye gibi yenir.

Afiyet olsun.

Midilli’de tarhana yapımı

Midilli’de tarhana yapımı